Akran Zorbalığı: Çocuklarımızı Koruma ve Psikolojik Desteğin Önemi
Sevgili ebeveynler,
Bu haftaki köşe yazısında, çocuklarımızın hayatlarına gölge düşüren ve büyük bir endişe kaynağı olan akran zorbalığının çocuklarımızın psikolojik sağlığı üzerindeki etkilerini, alınabilecek önlemleri ve ebeveynler ile öğretmenlerin bu süreçteki önemli rolünü ele alacağım. Çocukların gelişim süreci, onların fiziksel ve zihinsel sağlığı açısından oldukça kritik bir dönemdir. Ancak, akranlar arasında yaşanan zorbalık, çocuklarımızın bu dönemi sağlıklı bir şekilde atlatmalarını engelleyebilir. Bu sorun, sadece zorbalık mağdurları için değil, aynı zamanda zorba olan ve bu davranışa tanık olan çocuklar için de olumsuz etkilere yol açabilir.
Peki akran zorbalığı nedir? Yetişkinler olarak aklımıza ilk fiziksel zorbalık gelse de, sosyal dışlama, isim takma, çocuğu çevresine kötüleme gibi toplumdan ayırt edici ve uzaklaştırıcı davranışlar da zorbalık davranışlarıdır.
Akran zorbalığının çocuklar üzerindeki psikolojik etkileri oldukça derin ve kalıcı olabilir. Zorbalığa maruz kalan çocuklar, genellikle düşük özsaygı, kendine güvensizlik, kaygı bozukluğu ve hatta depresyon gibi duygusal sorunlar yaşayabilirler. Ayrıca, sosyal izolasyon ve akademik sorunlar da bu sorunun bir sonucu olarak ortaya çıkabilir. Zorbalığı uygulayan çocuklar için ise kalıcı öfke problemlerine yol açabilir.
Akran zorbalığını önlemek ve etkilerini azaltmak için öncelikle bilinçlenmeliyiz. Okullarda ve ailelerde bu konuda farkındalık yaratılmalı ve eğitim verilmelidir. Çocuklarımızla bu konuyu konuşmak yani açık iletişim önemlidir. Ebeveynler, çocuklarını dinlemeli ve çocuklar anlaşıldığını hissetmelidir. Okullar, zorbalığı caydırıcı uygulamalara yer vermeli ve öğrencilere güvende oldukları bir ortam sunmalıdır. Ebeveynler ve öğretmenler ise bu süreçte çocuklara rol model olacakları için büyük bir sorumluluk taşırlar. Çocuklarına örnek olmalı ve onları bu tür davranışlardan uzak tutmalıdırlar. Ebeveynler, çocuklarını zorbalığın belirtileri konusunda bilinçlendirmelidirler ve öğretmenler okul içinde zorbalığa karşı sıfır tolerans politikasını benimsemelidirler. Ayrıca, zorbalığa uğrayan çocuklara duygusal destek sağlamak için psikolojik yardım ve danışmanlık hizmeti gerekebilir. Özel Nursel Özdemir Özel Eğitim Kurumları olarak bünyemizdeki psikolojik danışmanlık hizmetinden her zaman yararlanabilirsiniz.
Sonuç olarak, akran zorbalığı çocuklarımızın hayatını olumsuz etkileyebilir ve bu konuyla başa çıkmak hepimizin sorumluluğundadır. Akran zorbalığına karşı birlikte mücadele ederek, daha sağlıklı ve mutlu bir çocuk nesli yetiştirebiliriz.
Canan Yalçınkaya
Özel Nursel Özdemir Özel Eğitim Kurumları Psikoloğu
Brakial Pleksus Rehabilitasyonu Nedir?
Merhaba sevgili okuyucular,
Bu hafta sizlere Brakial Pleksus rahatsızlığından ve bu rahatsızlığın nasıl rehabilite edildiğinden bahsedeceğim. Boyun bölgemizdeki omurilikten çıkan sinir kökleri, üç büyük dal halinde seyrederek koltuk altımızdaki boşlukta birleşerek, büyük bir sinir ağı oluştururlar. Brakial pleksus yaralanması da bu bölgedeki sinir ağının lezyonları sonucunda meydana gelir. Bu sinirin uyardığı kol kaslarında değişik derecelerde felç gelişmesine Brakial Pleksus yaralanması denir. Etkilenen sinir köklerine göre değişmekle birlikte kol kaslarından başlayan felçler, el parmaklarına kadar ulaşabilir.
Brakial Pleksus yaralanması sonucu değişik derecelerde gelişen felçler, yeni doğan döneminde başlayıp sonrasında çocukluk dönemi ile yaşam boyu devam eden, uzun süre takip ve rehabilitasyon gerektiren bir durumdur. Bu yaralanmaların çoğu doğum esnasında olmaktadır. Ancak sezaryen ile yapılan doğumlarda da Brakial Pleksus yaralanması görülmüştür.
Brakial pleksusun en çok karşılaşılan sebeplerinden bahsedecek olursak; doğum ağırlığının fazla olması, (özellikle 4 kg üstünde olması), zor ve uzamış doğum, doğumda vakum, forseps gibi yardımcı aletlerin kullanılması, omuz gelişi veya makat gelişi, annede yapısal darlıklar gibi birçok neden Brakial Pleksus yaralanmaları ve zedelenmesinden sorumlu tutulmaktadır.
Brakial Pleksus yaralanmaları tedavisinde ilk aşama olarak, tanı konduktan sonra en iyi sonucu elde etmek için ekip halinde bir yaklaşım uygulanmalı ve hasta buna göre değerlendirilmelidir. Tedavi ekibinde en başta aile olmak üzere çocuk, fizik tedavi, ortopedi ve nöroloji uzmanları ile fizyoterapistler olmalı, uygulanacak tedavi yöntemleri ortak kararla alınmalıdır. Kurumlarımızda alanında uzman fizyoterapist kadromuz ile bu tip rahatsızlıklara yönelik rehabilitasyon hizmeti vermeye devam etmekteyiz. Bilgi ve destek almak için bizlere her zaman ulaşabilirsiniz.
Gülşen Demirel
Nursel Özdemir Özel Eğitim Kurumları Fizyoterapisti
Merhaba değerli okuyucular,
Bu haftaki yazımızda sizlere “ Çocuklarda Sınır Koyma” konusundan bahsedeceğiz. Birçoğumuz ya ebeveyniz ya ebeveyn adayı ya da etrafımızdaki çocuklar ile iletişim halindeyiz. O halde hepimizi az çok ilgilendiren çocuklarda sınır koyma nedir, ne değildir, nasıl koyulmalıdır? Birlikte bakalım.
Sınır denilince bazılarımızın aklına olumsuz düşünceler gelebilmektedir. Fakat şöyle düşünün, hiç bilmediğiniz bir yoldasınız ve hiç tabela, işaret, yazı, yön bulabileceğiniz bir cihaz veya navigasyonunuz yok. Nasıl hissedersiniz? Oldukça kafa karıştırıcı değil mi? İşte çocuklarda da sınır koymak, çocuğun yön bulmasını, kendini güvende hissetmesini ve iç disiplin kazanmasını sağlar. Sınır; çocuğun neyi yapıp neyi yapamayacağını uygun olan davranışın ne olduğunu, kendisinden ne beklendiğini gösterir. Çocukların da neden o davranışı yapmaması gerektiğini öğrenmeleri ve sınırları bilmeleri için onlara yönlerini gösteren işaret ve uyarılara ihtiyacı vardır. Sınır koyma, çocuğa hangi davranışın riskli olduğunu, hangisinin güvenli olduğunu, davranışı gerçekleştirdiğinde karşısına hangi sonucun çıkacağını öğretir. Doğru sınır koymak; çocuğu cezalandırmak, özgürlüğünü kısıtlamak, yasaklar getirmek demek değildir.
Sınırlar belirlenirken dikkat edilmesi gereken noktalardan bazıları ise çocukların istenilen davranışları sergileyebilmesi için onların gelişim basamaklarını çok iyi bilmek gerekir. Gelişim özellikleri bilinmediği zaman çocuğun yetiştirilmesi tesadüflere bırakılır ve bu çocuk için tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Kurallar belirlenirken ailenin felsefesi ne olursa olsun, çocuk sosyal bir çevrede yaşadığı sürece kurallar hep olacaktır. Ev ortamı dış dünyanın minyatür bir kopyası olarak sunulmalı, gerçekleri farklı göstermemek gereklidir. Sınırları olmayan aşırı serbest ailelerde evi yöneten çocuktur. Oysa çocuk her şeyi elde edemeyeceğini görmeli sınırını bilmeli, sabırlı olmayı öğrenmelidir. Anne baba söz birliği yapmalıdır. Çizilen sınırda kararlı ve tutarlı olunmalıdır. Sınırlar ile ilgili uzun ve karmaşık açıklamalardan kaçınılmalı, kısa ve basit cümleler ile açıklamalar yapılmalıdır.
Sınır koyarken anne babaların uygulayabileceği hale getirilmiş ‘Harekete Geçme Metodu’, dört basamaktan oluşur. İlk aşama olarak, çocuğun duygusunu kabul etmelisiniz. Empatik ve anlayışlı bir ses tonu ile çocuğun duygusu sesli olarak ifade edilir. İkinci basamakta, koyulacak sınır ifade edilirken net ve kısa bir şekilde söylenmelidir. Daha sonra, çocuğun yaşına bağlı olarak bir ya da birden fazla seçenek sunulabilir. Son aşama olarak, bir sınır belirlediğimizde çocuk bu sınıra uyum sağlamıyorsa vazgeçmek zorunda kalacağı durumu sunup kendinin seçmesini sağlayın.
Tüm bunlara rağmen çocuğunuza sınırlar belirlemekte zorlanıyor ve yetersiz kaldığınızı hissediyorsanız Nursel Özdemir Eğitim Kurumları bünyesinde bulunan Psikoterapi ve Ergoterapi uzmanlarından her zaman destek alabilirsiniz.
Tuğba ÖZERTEN
Özel Nursel Özdemir Eğitim Kurumları, Psikolojik Danışman ve Özel Eğitim Alan Öğretmeni
Sevgili okurlar,
Bu haftaki köşe yazımda sizlere çocukluk çağında en sık rastlanılan fiziksel rahatsızlıklardan biri olan Duchenne Musküler Distrofi’den (DMD) bahsedeceğim. Peki Duchenne Musküler Distrofi nedir? Psödohipertrofik Musküler Distrofi veya halk arasında kas hastalığı olarak da bilinir. Her 3500 doğumda bir görülen, anneden gelen X kromozomuna bağlı geçiş gösteren genetik bir hastalıktır. Bu hastalık annenin taşıyıcı olduğu durumlarda ortaya çıkar. Erkek çocuklarda hastalık ortaya çıkarken kız çocukları taşıyıcıdır.
Bu hastalığın belirtileri ise genellikle 3-4 yaşında ortaya çıkar. Aileler sıklıkla 18-24 aya kadar geciken yürüme öyküsünden, koşma ve sıçrama gerçekleştiremediklerinden bahsederler. Erken dönemde anormal yürüyüş şekilleri, sık düşmeler ve merdiven çıkmakta zorluk görülür. Proksimal kas zayıflığı ile karakterize olup, önce gövde kasları daha sonrasında kol ve bacak kaslarında zayıflamalar meydana gelir. Yapılan çalışmalarda DMD’li çocuklar yürüme fonksiyonunu ortalama 9,5 yaş civarında kaybeder. En fazla 12 yaşına kadar sürdürebilirler. 10’lu yaşlardan sonra hayatlarına tekerlekli sandalye ile devam ettirerek büyük ölçüde ebeveynlerine bağımlı hale gelirler. Tekerlekli sandalye kullanımı ile Skolyoz (omurga eğriliği) gelişimi ve solunum fonksiyonunda bozukluklar meydana gelir. İlerleyen dönemlerde solunum kaslarındaki zayıflamaya bağlı olarak öksürme zayıflar ve akciğer enfeksiyonları sıklıkla görülür. Herhangi bir tedavi yaklaşımı olmadan hayatlarını ortalama 19 yaşına kadar devam ettirirler. Doğru tedavi yöntemleri ile 20’li yaşların sonuna kadar hayatlarını sürdürebilmektedirler.
Bu hastalığın tedavisinden bahsedecek olursak, hastalığı tamamen ortadan kaldıran etkin bir tedavi yoktur. İlaç tedavisi olarak kortikosteroid kullanılmaktadır ancak yürüme kaybı öncesinde başlanılırsa fonksiyonel olarak kazanç elde edilir. Bu hastalıkta en etkili tedavi yöntemi fizyoterapidir. Erken dönemde çocuğa yoğun egzersiz programları önerilmektedir. Bu dönemde kuvvetlendirme egzersizleri, solunum egzersizleri ve bisiklete binme, yüzme gibi fiziksel uygunluğu devam ettirmek için aktiviteler kullanılmaktadır. Orta dönemde yürüme fonksiyonun kaybedildiği için uygun tekerlekli sandalye seçimi önemlidir. Çocuk bu dönemde egzersizlerini yardımsız yapmakta zorluk yaşayabileceği için ailelerin desteği oldukça önemlidir. Kendi ailenizde ve ya yakında çevrenizde bu rahatsızlıkla ilgili belirtileri fark ederseniz ya da zaten bu rahatsızlıkla mücadele ediyorsanız bilgi almak ve profesyonel çalışmalarımızdan yararlanmak için Özel Nursel Özdemir Kurumları bünyesindeki fizyoterapistlere her zaman danışabilirsiniz.
Ayşegül Vural
Özel Nursel Özdemir Eğitim Kurumları Fizyoterapisti
DEHB İLE YAŞAMAK
Merhaba sevgili okuyucular,
Bu yazımızda Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu’nu ele alacağız. Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu(DEHB) çocuklarda, ergenlerde ve yetişkinlerde görülen dikkatin kolayca dağılması, aşırı hareketlilik ve dürtüsellik belirtilerinin görüldüğü en yaygın nörogelişimsel ve davranışsal bozukluktur. DEHB olan kişilerde yürütücü işlevlerde sorun vardır. Yürütücü işlevler; planlama, muhakeme, problem çözme, hedef belirleme, duygusal kontrol sağlama gibi günlük hayatımızda kullandığımız becerilerimizi kapsar.
Son yıllarda DEHB konusunda yapılan araştırmalara göre, beynimizde bulunan iki sistem( fren sistemi ve odaklanma sistemi) içerisinde odaklanma sisteminin çalıştığı ancak fren sisteminin yeterince iyi çalışmadığı belirtilmektedir. Bu nedenle de Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu olan çocuklar saatlerce lego oynayabiliyor ya da televizyon izleyebiliyorken, ders çalışma konusunda zorlanabiliyorlar. DEHB olan çocuklarda öğrenme güçlüğü de görülebilmektedir.
En büyük rolü üstlenecek aileler olarak çocuğunuzda Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu olduğunu kabul ediniz. Çocuğunuzun en uygun tedaviyi görmesini sağlayınız. Çocuğunuza zaman ayırınız ve onunla birlikte olmaya çalışınız. Sabırlı olunuz. Çocuğunuza güvenin ve güvendiğinizi belli ediniz. Çocuğunuzla konuşurken ve onu dinlerken göz göze gelmeye çalışınız. Öğretmeni ile iletişim halinde olunuz. Kuralları belirleyiniz. Çocuğunuzun ders çalışma ortamını dizayn etmesine yardımcı olunuz. Evdeki sorumlulukları ile ilgili olarak onu sık sık uyarınız.
DEHB tanısı konulan çocuklarda kullanılan bazı müdahale yöntemlerinden başlıcaları; ilaç kullanımı, psikoterapi ve özel eğitimdir. İlaç kullanımı, çoğu çocuk için hiperaktivite ve dürtüselliği dengelerken dikkat oranlarında da artışa neden olur. DEHB’li çocukların birçoğunda uyum sorunları görülmektedir. Psikoterapi ile çocukların sosyal ilişkilerini desteklemeyi, olumsuz davranışlarını değiştirmeyi amaçlamaktadır. DEHB yaşayan çocukların mutlaka özel eğitime ihtiyacı vardır. Dikkat sürelerini uzatmak veya dürtüselliğini kontrol altına almak için uzmanlar tarafından yapılandırılmış bir eğitim sürecinden geçmeleri gerekir. Nursel Özdemir Eğitim Kurumları olarak uzman psikolog ve özel eğitimcilerden oluşan kadromuz ile size bilgi ve destek vermek için her zaman hazırız.
İLKİM TUNÇ
Nursel Özdemir Kurumları Özel Eğitim Öğretmeni
Merhaba sevgili okuyucular,
Bu haftaki köşe yazısında sizleri ‘’Down Sendromu nedir, Down Sendromunun semptomları ve Down Sendromlu bireylere yönelik müdahale programları hakkında bilgilendireceğim.
Down Sendromu, bir kromozom anomalisidir. En basit anlatımı ile sağlıklı bir insan vücudunda bulunan kromozom sayısı 46 iken Down Sendromlu bireylerde bu sayı üç adet 21. kromozom olması nedeniyle 47 olmaktadır. Down Sendromu tedavi edilmesi gereken bir hastalık değil, genetik bir farklılıktır. Hücre bölünmesi sırasında yanlış bölünme sonucu 21. kromozom çiftinde fazladan bir kromozom yer alması ile ortaya çıkar. Down Sendromuna yol açan en büyük risk faktörü annenin hamilelik yaşıdır. Özellikle 35 yaş üstü hamileliklerde bu risk artar. Ortalama her 800 doğumda bir görülür. Tüm dünyada 6 milyon civarında Down Sendromlu birey yaşamaktadır. Türkiye’de sayısal olarak net bir veri elde edilememiştir fakat yaklaşık 70.000 Down Sendromlu birey olduğu tahmin edilmektedir.
Down Sendromlu bireylerin fiziksel ve zihinsel olarak özellikleri dışarıdan kolayca gözlemlenebilir. Hafif ve ya orta seviyede zihinsel ve fiziksel gelişim geriliğine sebep olur. Fiziksel olarak, yüzde düzleşme, küçük ve yuvarlak bir baş, içe doğru çekik gözler, küçük ve düz burun, dışarı sarkmaya eğilimli büyük dil ve kısa boyun gibi belirgin özellikler ortaya çıkabilir. Zihinsel olarak ise bilişsel gelişimde gerilik, dil ve konuşma becerilerinde gecikme, hafıza sorunları gibi durumlar gözlemlenebilir.
Down Sendromlu çocuklar, bilişsel ve zihinsel gelişimlerinde akranlarına kıyasla belirgin farklılıklar gösterir. Bu nedenle, onlar için özelleştirilmiş eğitim programlarına ihtiyaç duyarlar. Özel eğitim, bireyselleştirilmiş ve uygun öğrenme ortamları sağlayarak bu çocukların potansiyellerini keşfetmelerine yardımcı olur. Özel eğitim programları, onların günlük yaşam becerilerini, iletişim becerilerini, motor becerilerini ve sosyal becerilerini geliştirmeyi hedefler. Bu noktada, Nursel Özdemir Özel Eğitim Kurumları bünyesinde bu bireylere yönelik özel eğitim uzmanları tarafından eğitimler uygulanmaktadır. Bu eğitim sayesinde bireyin güçlü yönlerini vurgulayarak onun öğrenme potansiyelini maksimize etmeyi hedefleriz. Bireyselleştirilmiş öğrenme planları, bireyin ilgi alanlarına dayalı olarak öğrenme materyalleri ve yöntemleri seçer. Aynı zamanda kurumumuzda Down Sendromlu çocukların topluma entegre bir şekilde yaşamaları ve sosyal becerilerinin gelişimine katkıda bulunmak için uyum eğitimleri verilmektedir. Bu programlar, bireyin sosyal etkileşim becerilerini, iletişim becerilerini ve günlük yaşam becerilerini geliştirmeyi hedefler. Aynı zamanda, bireye toplum içinde bağımsızlık kazandırmak için günlük rutinleri ve sosyal etkileşimleri içeren etkinlikler sunar.
Unutmayalım ki, Down Sendromu bir hastalık değil genetik bir farklılık olarak kabul edilmelidir. Bu farklılığa dikkat çekmek için 21 Mart, Dünya Down Sendromu Farkındalık Günü olarak kutlanmaktadır.
Kübra ARIKAN
Özel Nursel Özdemir Eğitim Kurumları, Özel Eğitim Alanı Öğretmeni
Merhaba sevgili okuyucular,
Bu haftaki köşe yazısında sizleri ‘’Down Sendromu nedir, Down Sendromunun semptomları ve Down Sendromlu bireylere yönelik müdahale programları hakkında bilgilendireceğim.
Down Sendromu, bir kromozom anomalisidir. En basit anlatımı ile sağlıklı bir insan vücudunda bulunan kromozom sayısı 46 iken Down Sendromlu bireylerde bu sayı üç adet 21. kromozom olması nedeniyle 47 olmaktadır. Down Sendromu tedavi edilmesi gereken bir hastalık değil, genetik bir farklılıktır. Hücre bölünmesi sırasında yanlış bölünme sonucu 21. kromozom çiftinde fazladan bir kromozom yer alması ile ortaya çıkar. Down Sendromuna yol açan en büyük risk faktörü annenin hamilelik yaşıdır. Özellikle 35 yaş üstü hamileliklerde bu risk artar. Ortalama her 800 doğumda bir görülür. Tüm dünyada 6 milyon civarında Down Sendromlu birey yaşamaktadır. Türkiye’de sayısal olarak net bir veri elde edilememiştir fakat yaklaşık 70.000 Down Sendromlu birey olduğu tahmin edilmektedir.
Down Sendromlu bireylerin fiziksel ve zihinsel olarak özellikleri dışarıdan kolayca gözlemlenebilir. Hafif ve ya orta seviyede zihinsel ve fiziksel gelişim geriliğine sebep olur. Fiziksel olarak, yüzde düzleşme, küçük ve yuvarlak bir baş, içe doğru çekik gözler, küçük ve düz burun, dışarı sarkmaya eğilimli büyük dil ve kısa boyun gibi belirgin özellikler ortaya çıkabilir. Zihinsel olarak ise bilişsel gelişimde gerilik, dil ve konuşma becerilerinde gecikme, hafıza sorunları gibi durumlar gözlemlenebilir.
Down Sendromlu çocuklar, bilişsel ve zihinsel gelişimlerinde akranlarına kıyasla belirgin farklılıklar gösterir. Bu nedenle, onlar için özelleştirilmiş eğitim programlarına ihtiyaç duyarlar. Özel eğitim, bireyselleştirilmiş ve uygun öğrenme ortamları sağlayarak bu çocukların potansiyellerini keşfetmelerine yardımcı olur. Özel eğitim programları, onların günlük yaşam becerilerini, iletişim becerilerini, motor becerilerini ve sosyal becerilerini geliştirmeyi hedefler. Bu noktada, Nursel Özdemir Özel Eğitim Kurumları bünyesinde bu bireylere yönelik özel eğitim uzmanları tarafından eğitimler uygulanmaktadır. Bu eğitim sayesinde bireyin güçlü yönlerini vurgulayarak onun öğrenme potansiyelini maksimize etmeyi hedefleriz. Bireyselleştirilmiş öğrenme planları, bireyin ilgi alanlarına dayalı olarak öğrenme materyalleri ve yöntemleri seçer. Aynı zamanda kurumumuzda Down Sendromlu çocukların topluma entegre bir şekilde yaşamaları ve sosyal becerilerinin gelişimine katkıda bulunmak için uyum eğitimleri verilmektedir. Bu programlar, bireyin sosyal etkileşim becerilerini, iletişim becerilerini ve günlük yaşam becerilerini geliştirmeyi hedefler. Aynı zamanda, bireye toplum içinde bağımsızlık kazandırmak için günlük rutinleri ve sosyal etkileşimleri içeren etkinlikler sunar.
Unutmayalım ki, Down Sendromu bir hastalık değil genetik bir farklılık olarak kabul edilmelidir. Bu farklılığa dikkat çekmek için 21 Mart, Dünya Down Sendromu Farkındalık Günü olarak kutlanmaktadır.
Kübra ARIKAN
Özel Nursel Özdemir Eğitim Kurumları, Özel Eğitim Alanı Öğretmeni
Merhaba sevgili okuyucular,
Bu hafta sizlere merak edilen yönleriyle kısaca Otizm Spektrum Bozukluğundan bahsedeceğim.
Otizm Spektrum Bozukluğu Nedir?
Otizm, doğuştan gelen ya da yaşamın ilk yıllarında ortaya çıkan gelişimsel bir farklılıktır. Çocuklarda sosyal etkileşim, iletişim kurma becerileri olumsuz etkilenen, tekrarlı davranış ile sınırlı ilgisi olan çocukluk çağı hastalıklarındandır. Belirtileri çocukluk döneminden itibaren ortaya çıkıp etkileri ömür boyu devam etmektedir. Günümüzde otizm spektrum bozukluğu sık rastlanan gelişimsel bozukluklar arasında yer alır. Otizm Spektrum Bozukluğunun kaynağı ise kesin olarak bilinmemektedir.
Otizm Spektrum Bozukluğu Belirtileri Nelerdir?
En erken belirtilerinin arasında çocuğun göz teması yetersizliği ele alınmaktadır. Çocuk ya hiç göz teması kurmaz ya da kısa süreli göz temaslarının ardından gözlerini kaçırır. Diğer bir önemli özellik ise dil gelişimindeki geriliktir. Dil ve konuşma gelişim akranlarına oranla belirgin olarak geridir. Diğer belirtiler arasında ismine bakmama, yüzdeki ifadeleri anlamama, yönerge almama, sese hassasiyet (kulak kapama) kelimeyi veya cümleyi anlamama, bazen aynı sözün tekrarlanması, dönen nesneleri izleme ya da döndürme (araba tekerleği, çamaşır makinesi gibi) parmak ucu yürüme, sebepsiz yere gülme veya ağlama, rutine aşırı bağlılık ve tekrarlayıcı motor hareketler dediğimiz yani el çırpma, sallanma, etrafında dönme, sallanma gibi belirtileri mevcuttur. Seslere, kokulara, tatlara karşı anormal tepkiler verme veya cevap vermeme, çevresindeki kişilerden çok nesnelerle ilgilenme, nesnelere açılı bakma, takıntılı nesnelerinin olması gibi belirtileri mevcuttur. Otizmli olan çocuklarda taklit becerileri, oyun oynama ve kurma becerileri yetersizdir. Çocuklarda yüz ifadelerinde duygularını yansıtma ve duygu paylaşımı (gülümseme, diğer insanlara bakma, vb.) sınırlıdır. En yaygın görülen davranış problemleri; bağırma, aşırı ağlama, zarar verebilecek ölçüde öfkeli davranışlar, kendi başına vurma, başını bir nesneye vurma, inatçılık, öfke nöbetleri geçirme vb. belirli hareketleri uygunsuz durumlarda yapma davranışları gözlenir.
Otizm Spektrum Bozukluğu Tanısı Nasıl Konur ve Tedavisi Nasıl Yapılır?
Teşhisi klinik belirtilerin değerlendirilmesine dayanır. Teşhis konmasını sağlayacak herhangi bir görüntüleme yöntemi (MR vs.), tetkik (EEG, kan tetkikleri vs.) yoktur. Uzmanlar tarafından çocuğun gözlenmesi, zekâ ve gelişim testleri, dil gelişim testleri yapılması ve anne-babalara çocuğun gelişimi hakkında sorular sorulmasıyla tanı konur. 2 yaştan küçük çocuklarda pek çok belirtiyi yakalamak mümkündür. Otizmde erken tanı ve erken müdahale büyük önem taşır. Erken tanı ve doğru bir eğitim yöntemi ile yoğun olarak eğitim alan çocukların otizmin belirtileri kontrol altına alınabilmekte ve büyük ilerleme kaydedilmektedir. Bireysel özelliklerine göre değerlendirmeleri ve terapi planlamaları yapılmaktadır. Terapilerin amacı otizmli bireyin konuşma, sosyal ve bireysel yeteneklerini geliştirmektir. Dil ve konuşma terapisi, duyu bütünleme terapisi, bireysel gelişim terapileri, özel eğitim seansları, spor eğitimleri ve oyun temelli eğitimler en yaygın ve bilimsel tedavi seçenekleridir.
Tam da bu noktada Özel Nursel Özdemir Özel Eğitim Kurumları olarak alanında uzman kadromuzla erken tanı ve doğru bir eğitim yöntemi ile sizlerin yanındayız.
Yasemin SİVRİ
Nursel Özdemir Eğitim Kurumları Özel Eğitim Alan Öğretmeni
EĞİTİMDE OYUNUN YERİ VE ÖNEMİ
Oyun gerçek hayatın bir provasıdır. Çocuklar oyunla yaşadıklarını ve denediklerini öğrenirler. Çocukların deneyimleyerek kendi kendine öğrenmesini sağlayan, eğlenmek amacıyla içsel güdülenen, bazen kendiliğinden gelişen, bazen kuralları belirlenmiş mutluluk, sevinç, heyecan ve merak duygularını da içeren davranışlardan oluşan doğal bir etkinliktir.
Oyun çocuğa çevresini araştırma, nesneleri tanıma ve problem çözme imkanı sağlar. Büyüklük, şekil, boyut, ağırlık, sayma, zaman ve mekan gibi pek çok kavramı eşleştirme, sınıflama, sıralama gibi zihinsel işlemleri öğrenmesine olanak sağlar.
Özel eğitime gereksinim duyan çocuklar için oyun ve oyun araçları seçiminde öncelikle duyu gelişimine yönelik görme, işitme, dokunma, tatma, koklama, taklit, dil ve konuşma becerilerine önem verilmelidir.
Dil ve konuşma güçlüğü olan çocuklarda öğretmen oyunun tam bir katılımcısı olmasa da uzaktan izleyerek gerektiğinde müdahale etmelidir. Böyle durumlarda görsel resim ya da hazırlanan iletişim kartları eğitimcinin işini kolaylaştırır. Zihinsel yetersizliği olan çocuklar, yetersizlikleri doğası gereği psikomotor gelişiminin ön planda olduğu basit oyunları oynama eğilimindedirler. Yaşıtları bloklarla yol ve köprü gibi yapılar yapıp arabalarını gezdirirken, zihinsel yetersizliği olan çocuğa bu durum karmaşık gelebilir. Bu durumda eğitimcinin desteğiyle oyuna katılıp yeni eylemler ekleyebilirler. Otizmli olan çocuklar kendiliğinden oyun kuramazlar. Öğrendikleri eylemleri tekrarlar, yeni oyun araçlarını denemek yerine daha önceden edindikleri oyun becerilerini çok basit düzeyde kullanırlar. Eğitimcinin çocuğu soru sorarak yönlendirmesiyle oyun kurmayı ve farklı oyun araçlarıyla oynaması sağlanabilir.
Oyunlar çocukların fiziksel, duygusal, sosyal ve bilişsel gelişimini hızlandırır; dil gelişimini olumlu etkiler, dikkat sürelerinin uzamasını sağlar. Aynı zamanda oyun oynama deneyimi beyindeki üzüntü, kaygı, öfke, gibi olumsuz hisleri ortadan kaldırmaktadır. Oyu alanı çocukların dünyasıdır ve evrenseldir.
Kurumlarımızda özel eğitime ihtiyacı olan çocuklarımıza bilişsel, dilsel, duygusal ve fiziksel becerilerinin geliştirilmesine yönelik bireysel ve grup derslerimiz vardır.
Didem KAYTUOĞLU
Özel Eğitim Alanı Öğretmeni
Özel Nursel Özdemir Özel Eğitim Ve Rehabilitasyon Merkezi
OTİZMDE AİLE VE SOSYAL ÇEVREYE YÖNELİK ÖNERİLER
PSİKOLOG G. DENİZ GÜZEL / NURSEL ÖZDEMİR KURUMLARI
Otizm; genellikle çocukluk döneminde başlayan ve yaşam boyu sürebilen bir nöro-gelişimsel bozukluktur. Otizmin ortaya çıkmasında hem genetik faktörler hem de çevresel faktörler rol oynamaktadır.
Ebeveynlerin, çocuklarında fark edebileceği en yaygın otizm belirtileri; Göz teması kurmakta zorlanma, konuşmama ya da geç konuşma, nesneleri düzenleme veya belirli sesleri tekrarlama, temas, ışık, koku ve ses gibi uyaranlara aşırı tepki verme, motor becerilerinde güçlük çekme gibi iletişim kurmayı ve sosyalleşmeyi zorlayan davranışlar dikkate alınmalıdır. Ve bu belirtilerin görülmesi durumunda en yakın uzmandan destek alınmalıdır.
Otizmli bireyin ihtiyaçları dikkate alınarak, ailelerin ve uzmanların uygulayabileceği temel bazı etkinlikler; Duyusal oyunlar, boyama, müzik dinletisi, çalgı aletleri ve ritim etkinlikleri, jimnastik ve doğa yürüyüşleri gibi spor faaliyetleri, kutu oyunları ve kuklalar gibi beceri gerektiren aktiviteler bireysel ve sosyal açıdan geliştirici olabilir.
Otizmli çocukların gelişimini desteklemek için ailelere verebileceğim öneriler;
Otizm hakkında farkındalık kazanmalı ve bilgi edinmelidirler. Çocuk ile iletişim kurarken; açık ve net yönergeler seçilmeli, sade bir dil kullanılmalı, iletişim görseller ile desteklenmeli ve çocuğa uyum sağlanmalıdır. Bireyin kendini konforlu hissettiği, ihtiyaçlarının karşılandığı, ilgi alanlarına ulaşabildiği, sevgi ve değer gördüğü bir pozitif ortam yaratılmalıdır.
Otizmli çocuklar için uygulanan Özel eğitim programları, Ergoterapi, Psikoterapi, Dil terapisi gibi destek hizmetlerinden faydalanabilirsiniz. Kurumumuz Nursel Özdemir Rehabilitasyon Merkezi’nde yukarıda belirtilen tüm hizmetler mevcut olup, uzmanlarımızdan destek alabilirsiniz.
Sağlıklı günler dilerim.
Özel Eğitime Gereksinimi Olan Bireyler ve Kaynaştırma Eğitimi
Öncelikle özel eğitim, öğrencilerin bireysel farklılıklarına; akademik, sosyal, günlük yaşam ve benzeri yetersizliklerine hitap eden geliştirilmiş ve bireyselleştirilmiş eğitim anlayışıdır. Özel eğitime gereksinimi olan öğrenciler; öğrenme güçlüğü, gelişimsel yetersizlikler, iletişim bozuklukları, duygusal ve davranışsal bozukluklar, fiziksel engelli ve diğer yetersizlik sınıfında olan veya yetersizliği olmayıp özel yeteneği yani yüksek yeterliliği olan bireylerdir.
Özel eğitimde bireyin ihtiyaç ve gereksinimlerini karşılamak için kişiye özel bireyselleştirilmiş eğitim programı (BEP) hazırlanır. Özel eğitime gereksinim duyan öğrencilerin eğitim alacakları kurumları eğitsel tanılarını gerçekleştiren Rehberlik Araştırma Merkezi (RAM) belirler. Öğrenciler kurumlara yönlendirilirken topluma entegrasyonu en çok sağlayan ve özel gereksinimlerinin en ideal şekilde karşılandığı ortamlara yönlendirilirler.
Rehberlik Araştırma Merkezi(RAM)’nin yönlendirdiği bu eğitim ortamlarından biri de kaynaştırma eğitimidir. Kaynaştırma eğitimi ya da diğer adıyla bütünleştirme yoluyla eğitim, bireyselleştirilmiş eğitim programlarıyla özel gereksinimli ve normal çocukların eğitsel, sosyal yönden bütünleşmelerini sağlama işlemidir. Her insanda olduğu gibi özel gereksinimli çocuklar da, diğer insanlarla sosyal ilişki kurmak ve bunu sürdürmek, çevresi tarafından sevgi ve değer görmek, beğenilmek, takdir edilmek, hiç kimseye ihtiyaç duymadan ve bağımlı olmadan yaşamak istemektedirler. Bu sebeple kaynaştırma eğitimi özel gereksinimli çocukların sosyalleşmesini sağlayıp topluma kazandırmada çok önemli paya sahiptir. Kaynaştırma eğitiminin amacının; çocuğu normal hale getirmek değil, onun ilgi ve yeteneklerini en iyi şekilde kullanmasını sağlamak, toplum içinde yaşayabilmesini kolaylaştırmak olduğunu unutmamalıyız. Ayrıca okul-aile ve çevre işbirliğinin de payı gözden kaçırılmamalı, özel gereksinimli bireyin özellikleri ne olursa olsun onu olduğu gibi kabul etmemiz gerektiğini bilmeliyiz. Kaynaştırma eğitimine mümkün olduğunca erken zamanda başlamalı, sabır ve gayret içerisinde sürdürülmelidir.
Peki, bizler özel gereksinimli çocukların ne kadar farkındayız? Ülkemizde maalesef farklılıklara ve özellikle de özel gereksinimli bireylere bakış açısı ve kabullenmede ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Kaynaştırma eğitimi alan özel gereksinimli çocuklara normal akranlarının velilerinin olumsuz bakış açılarının yanı sıra sınıf veya branş öğretmenlerinin de büyük bir çoğunluğunun bireylerin sınıfta bir şey yapamadıklarına, öğrenemediklerine ve sınıflarda olmamaları gerektiği gibi olumsuz düşünceleri de bu bireylerin eğitimine negatif etki ettiği yadsınamaz bir gerçek. Bu bireylerin okulda yaşayabileceği akran zorbalığı neticesinde de bu eğitimin ters tepmesi ve bireyin daha da içine kapanması, uyumsal problemlerin daha da artması içten bile değildir.
Tüm özel eğitim hizmetlerinin temelinde öğrencinin özrünün engele dönüşmesini önleme çabası olduğunu ve kaynaştırma eğitiminin sadece özel gereksinimli bireylere değil normal çocuklara da faydası olduğunu fark etmeliyiz. Bu yapılabildiğinde onlara karşı şartsız kabul, hoşgörü, yardımlaşma, ortak yaşam, demokratik ve ahlaki anlayışların geliştiğini; kendi yetersizliklerini görerek, bunları kabul etme ve giderme davranışlarının üst düzeye çıktığı görülecektir. Unutmayın ki eğitim her insanın temel hakkıdır.
Irmak Dikici, Özel Eğitim Alan Öğretmeni
Özel Nursel Özdemir Eğitim Kurumları
ÇOCUKLARDA TUVALET EĞİTİMİ VE ÖNEMİ
Tuvalet eğitimi; çocuğun uyku ve uyanıklık durumunda dışkı ve idrar kontrolünü kazanması, yardım ve anımsatma olmadan tuvaletinin geldiğini fark ederek, tuvalete gidip gereksinimini gidermesidir. Tuvalet eğitimi çocuk gelişiminde oldukça önemli bir yere sahiptir ve çocuğun sosyal gelişiminde önemli bir basamaktır. Tuvalet eğitiminin başlayacağı dönem çocuğun kendini fark ettiği 1-3 yaş aralığına denk gelmektedir. Tuvalet alışkanlığını çocuğa vaktinden önce kazandırmaya çalışmak uzun süre devam edebilecek korku ve çatışmalara neden olma riskini beraberinde getirir.
Çocuklar için doğru yaş hazır oldukları zamandır ancak ideal tuvalet eğitimi 18 ay ile 30 ay aralığındadır. Fakat her çocuğun fiziksel ve duygusal gelişiminin birbirinden farklı sürede gerçekleştiğini unutmamak gerekir. Dolayısıyla da tuvalet eğitiminin zamanlaması için belli bir dönemden söz etmek çok da mümkün değildir. Tuvalet eğitimine başlama zamanı yeni bir kardeşin doğumuna, hastalık sırasına, aileden birinin ayrılmasına kısaca aile içi yeni ve alışılması gereken bir durumun varlığına rastlamamalıdır. Bu eğitimin başlangıcında çocuğun hazır olduğu yönünde işaretler veriyor olması beklenir. Tuvalet eğitimine hazır olma emareleri ise fiziksel belirtiler, zihinsel belirtiler, ruhsal belirtiler olmak üzere üç grupta incelenir. Eğer çocukta tuvalet eğitimine hazır olduğunu gösteren fiziksel, zihinsel ve ruhsal belirtiler gözleniyorsa ve gerekli ön hazırlıklar yapıldıysa tuvalet eğitimine başlanabilir.
Öncelikle bir rutin oluşturulmalıdır. Sıvı alımından 45 dakika – 1 saat sonra, uykudan uyanınca, gün içinde 2-3 saat ara ile oturağa oturmasını sağlayın. Ayrıca öğünlerden sonra 5 dakika oturakta oturmasını sağlayın çünkü yemekten 20-30 dakika sonrası gastrokolik refleksin etkisi nedeniyle uygun zaman olabilir. Çocuğun bakımı ile ilgilenen herkesin (anneanne, babaanne, bakıcı, abla vs.) aynı rutinleri uygulamasını sağlayın Tuvaleti her kullandığında çocuğunuzu övün. Başardığı her sefer alkışlayın ve överek cesaretini pekiştirin, sözel olarak veya belirlediğiniz hediye ile ödüllendirin. Altına kaçırdığında veya tuvaletini yere damlattığında kızmayın ya da cezalandırmayın.
Normal gelişimine rağmen 4 yaş ve sonrasında verilmeye başlanan tuvalet eğitiminde geç kalınmış sayılabilir. Bu durumda yine de gerekli hazırlıklar tamamlanıp tuvalet eğitimine en kısa sürede başlanılmalıdır Bazı durumlar tuvalet eğitiminin süresinin uzamasına neden olabilir. Henüz çocuğunuz tuvalet eğitimine hazır olma belirtilerini göstermiyor olması, devamlı kabızlık problemi yaşaması, son dönemde hayatında önemli bir değişiklik görülmesi (yeni bakıcı, yeni kardeş, taşınma, ölüm vb.), tuvalet eğitimini verecek olan kişinin gergin ve sinirli olması, yeterli zaman ayıramayacağını düşünmesi ve birden fazla kişinin farklı şekillerde çocuğa tuvalet eğitimi vermeye çalışıyor olması bu sürenin uzamasına yol açabilir. Böyle bir problemle karşılaştığınızda ya da çocuğunuza tuvalet eğitiminin nasıl vermeniz gerektiğini bilmiyorsanız Nursel Özdemir Eğitim Kurumları olarak özel eğitim uzmanları ve psikologlarımız eşliğinde bu süreçte destek alabilirsiniz.
YUSUF ZİYA YILDIRIM
Özel Nursel Özdemir Özel Eğitim Kurumları, Özel Eğitim Alanı Öğretmeni
Serebral palsi nedir ?
Sizlere bu yazımda bahsi geçen hastalığın ne olduğundan, hangi koşullarda ortaya çıkıp, çeşitlerinin ne olduğundan ve tedavisinde hangi yol izlenerek iyi yönde sonuç alınabileceğinden bahsedeceğim . Öncelikle, Serebral Palsi çoçuklukta en sık rastladığımız fiziksel engellilik durumudur.
Serebral palsinin hangi koşullarda ortaya çıktığına gelecek olursak; gelişimini henüz tamamlayamamış beynin ; doğum öncesi, doğum esnasında veya doğum sonrası hasar görmesi sonucu meydana gelir. Spastik, Ataksik, Diskinetik, Karışık olmak üzere 4 ayrı tipte karşımıza çıkar. Spastik en sık rastladığımız serebral palsi tipidir. Yaklaşık olarak %70-80 oranında görülmektedir. Spastik Serebral Palsi motor kortekste hasar gören bölgeye bağlı olarak vücudun farklı bölümlerini etkiler. Buna bağlı olarak; hemipleji (tek taraflı), kuadripleji (dört taraflı), dipleji (iki taraflı) gibi farklı formlarda karşımıza çıkmaktadır. Ataksik serebral palsiye gelirsek diğer tiplere nazaran en az görülen serebral palsidir. Beyincik zedelenmesi sonucu, bu tip hastalarda dengesizlik ve koordinasyon bozukluğu şeklinde ortaya çıkmaktadır. Diskinetik serebral palsi ise, beyinde korteks ile beyin sapı arasındaki hareketin akıcılığı ve kontrolünü düzenleyen sinir hücrelerinin zedelenmesiyle oluşur. Son serebral palsi türü olan karışık tip, farklı tiplerde görülen belirtilerin bir kombinasyonudur. Bu tipteki vakaların çoğu spastik ve diskinetik formların birleşimi olarak görülür.
Tedavisinde iyi bir sonuç almak için hangi yolu izleyeceğimize gelirsek, öncelikle serebral palsi ilerleyici değildir. Ayrıca travmaya uğramış beyne erken müdahale edilmesi ve hayat boyu rehabilitasyon uygulamasıyla önemli gelişmeler görülmektedir. Serebral palsinin kesin bir tedavisi yoktur. Ancak fizyoterapi ; bu hastalarda oluşabilecek kısıtlanmaları ve komplikasyonları önleme, kas gücünü koruma, yürüme becerilerini geliştirme, baş ve boyun kontrolünü sağlama, dönme, kavrama gibi konularda destek sağlar. Bunun yanı sıra konuşma terapisi, ergoterapi ve bazen ilaç tedavisi ya da cerrahi tedavi yöntemleri hastaların maksimum potansiyellerine ulaşmaya yardımcı olabilir. Tamda bu noktada Özel Nursel Özdemir Özel Eğitim Kurumları olarak, hayatımızın içinde olan fakat farkındalığın az olduğu hastalıklarda, fizyoterapi alanında kaliteli hizmet sunmaktayız. Adını duymasakta, çevremizde görmesekte, birçok rahatsızlık var ve en nihayetinde bizleri veya sevdiklerimizi bulabilir. Bizlerin üzerine düşen, gerekli farkındalığı kazanıp ve kazandırıp, daha kaliteli bir yaşam için çaba göstermektir.
Nebahat İnci
Özel Nursel Özdemir Özel Eğitim Kurumları Fizyoterapisti
YAZI FARKINDALIĞI
Yazı farkındalığı, yazının bir anlam ifade ettiği konuşulan sözcüklerin yazılı bazı sembollerle ifade edildiği ve yazının solda sağa ve ya yukarıdan aşağıya doğru okunduğu gibi temel özelliklerin bilinmesi olarak tanımlanmaktadır. Okul öncesi dönemdeki çocukların yazı farkındalığının artırılması ileriki yaşlarda çocukların okuma yazma öğretimine karşı daha istekli olmalarını sağlayacaktır.
Çocukların yazı farkındalıkları çevrelerinde sık gördükleri yazı ve sembolleri tanımaya başlamalarıyla gerçekleşir. Çevrelerinde gördükleri kitap, levha, tabela, afiş, broşür, gazete, televizyon gibi materyallerdeki harflere odaklanmalarını sağlamaktadır. Burada yetişkinlere düşen görev, çocukların yazı farkındalığı becerilerini geliştirmek için onlara zengin uyarıcı ortamı sunmalarıdır.
Okul öncesi dönemdeki çocukların yazı farkındalığını desteklemek için etkileşimli kitap okuma saatleri yapılmalı, yazılı ve büyük resimli kitaplar okumalıdır. Bir başka yöntem olarak, evde bulunan materyallerin üzerine isimleri yazılarak çocukların dikkatini buradaki harf ve sembollere çekilebilir.
Genel olarak okul öncesi dönemde çocukların yazı hakkında bilmedikleri birçok şey vardır. Bu nedenle çocuklara bol bol farklı fırsatlar yaratılmalı, bu fırsatlar yoluyla onlara yazı ile ilgili verilmesi hedeflenen kazanımlar çocukların okuma ve yazmayı daha kolay öğrenmelerini sağlamaktadır. Bu hususta profesyonel destek almak isterseniz Nursel Özdemir Kurumları bünyesindeki uzman kadromuzdan dil gelişimi ve okuma-yazma eğitimleri için bilgi alabilirsiniz.
Gülay SATILMIŞ
Nursel Özdemir Eğitim Kurumları Özel Eğitim Alanı Öğretmeni
NÖROGELİŞİMSEL BOZUKLUKLAR
Nörogelişimsel bozukluklar merkezi sinir sisteminin gelişimini etkileyen bir grup bozukluğu kapsayan
bir tanı başlığıdır. Nöregelişimsel bozukluklardan bazıları:
* Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu,
* Özgül Öğrenme Bozukluğu,
* İletişim Bozuklukları,
* Otizm Spektrum Bozukluğu,
* Zihinsel Yetersizlik,
* Motor Bozukluklar,
* Tik Bozuklukları nörogelişimsel bozukluklar sınıfında yer alan bozukluklardır.
NÖROGELİŞİMSEL BOZUKLUK BELİRTİLERİ NELERDİR?
Bu bozuklukların ortak özellikleri bebeklik döneminden itibaren başlayan çeşitli gelişimsel gecikmeler
ve aksamalar ile seyretmesi ve önemli ölçüde bu problemlerin belli seviyelerde etkisinin ömür boyu
sürmesidir.
Nörogelişimsel bozukluklardan etkilenen bireylerde farklı seviyelerde emosyonel, fiziksel ve zihinsel
belirtilerle kendilerini gösterebilir ve hem etkilenen kişi için hem de ailesi, çevresi, bulunduğu sosyal
çevre için önemli sonuçlar doğurabilir.
Merkezi sinir sisteminin gelişimi hem genetik özellikler hem de çevresel faktörlerle şekillenir. Yaşamın
erken dönemlerinde normal gelişim sürecinden sapmalar nöronal yapılanma ve bağlantılar ile ilgili
problemler doğurabilir. Bu bağlamda nörogelişimsel bozuklukların sebeplerine bakıldığında sosyal ve
duygusal mahrumiyet, genetik ve metabolik hastalıklar, immün(bağışıklık) sistem bozuklukları,
enfeksiyon hastalıkları, beslenme ile ilişkili faktörler, fiziksel travma, toksik ve çevresel faktörler gibi
çok çeşitli sorunlarla karşılaşılabilir.
NÖROGELİŞİMSEL BOZUKLUKLARIN TANI VE TEDAVİSİ NASIL YAPILIR?
Nörogelişimsel bozuklukların tanısı konarken ilgili bozukluğu tanı kriterleri detaylı şekilde sorgulanır,
bakım veren aile bireyleri, yakın çevre ve öğretmenlerden bilgi toplanır, nörolojik ve fiziksel muayene
yapılır. Yine hedefteki bozukluğa uygun şekilde psikometrik testler uygulanabilir, beyin görüntüleme,
laboratuvar değerlendirme çalışmaları yapılabilir.
Nörogelişimsel bozuklukların teşhisinin doğru konmasında, eşlik eden diğer tıbbi durumları da
atlamamak gerekir. Bunun için birkaç bölümün iş birliği içinde değerlendirme yapması, klinik
muayenenin yanında diğer tanı araçlarının da tam olarak kullanılması son derece önemlidir.
Nörogelişimsel bozuklukların tedavi ederken yine bozukluğun şekli ve ağırlığı göz önünde
bulundurularak düzenlenir. Bu tedaviler temel olarak farmakolojik ve farmakolojik olmayan tedaviler
olarak iki büyük grupta değerlendirilir. Farmakolojik tedaviler bozukluğun belirtilerine ve nedenine
yönelik medikal uygulamalardan oluşmaktadır.
Farmakolojik olmayan uygulamalar içerisinde psikososyal destek, davranışsal terapiler, nöropsikolojik
rehabilitasyon sayılabilir. Tedavide amaç bireyin ihtiyaçları doğrultusunda uygun bir biyopsikososyal
düzenleme yapabilmektir. Tedaviyi multidisipliner bir yaklaşım ile gerçekleştirmek gereklidir.
Nursel Özdemir Kurumları
Büşra Nur Güzeloğlu – Özel eğitim alan uzmanı
Merhaba sevgili okuyucular,
Bu haftaki köşe yazısında sizlere “Çocuklarda Görülen Problem Davranışlar” ile ilgili bilgi
vereceğim.Problem davranışı açıklamadan önce normal davranışın ne olduğunu ifade etmek gerekir.
Davranış bir amaca hizmet eden gözlenebilen ve ölçülebilen eylemler bütünüdür. Sağlıklı, normal bir
davranıştan kastettiğimiz kişinin çevresi ile uyumlu, istediği davranışı yerine getirirken kendine ve
çevresine herhangi bir problem oluşturmayan istendik davranışlar bütününden bahsetmiş oluyoruz.
Problem davranış çocuğun sosyal ilişkilerine, iletişimine ve öğrenmesine engel olan, kendine, ailesine,
yaşıtlarına ve yetişkinlere zarar vermesine sebep olan, süreklilik hâlini kazanmış davranışlardır.
Genellikle öfke nöbetleri ve şiddet eğilimiyle ortaya çıksa da, bazı durumlarda uzun ağlama krizleri
gibi reaksiyonlar ortaya çıkabilir. Problem davranış çözülmediği sürece çocuğun gelişimini
tamamlaması imkânsız olacaktır. Problem davranışlar her şeyden önce çocuğun var olan becerilerini
kullanmasını engeller. Bu davranış kalıplarına sahip olan çocuklar becerilerini kullanmadıkları için bir
süre sonra pratik yeteneklerini kaybetme riski taşımaktadır. Örneğin çatal ve kaşık kullanarak yemek
yeme yetisine sahip bir çocuk problem davranışlara sahipse, elindeki çatal ve kaşığı yemek yemek için
değil ses çıkarmak için kullanacaktır. Bu davranış kalıpları çocukların becerilerini kullanmalarına engel
olduğu gibi, yeni beceriler kazanmasını da engeller. Çünkü sürekli tekrarlayan sorun davranışlara
sahip olan çocuklar deneyim ya da öğretim yoluyla yeni beceriler kazanmaya açık olmayacak, öfke
nöbetleri ve davranış sebebiyle gösterilen diğer reaksiyonlar bunu engelleyecektir. Zarar verme
eğilimi de problem davranışlara sahip olan çocuklarda görülen bir şeydir. Çocuk kendisine ya da
yakınındakilere zarar verme eğilimine sahiptir ve bu ciddi bir tehlike arz etmektedir. Birçok çocuğun
kendine vurarak, kendini yerlere atarak ve bunun gibi davranışları alışkanlık hâline getirerek zarar
gördüğü, bunlara sebep olan öfke nöbetlerine çok sık yakalandığı bilinmektedir. Davranış
bozukluklarına sahip olan bir çocuk doğal olarak çevresiyle de uyumlu olmayacaktır. Sık sık çığlıklar
atmak, nesneleri vurarak ses çıkarmak, insanlara zarar vermeye çalışmak gibi sürekli davranışlar
çocuğun çevreyle olan uyumunu kötü etkiler. Bu durum çocukların sosyal gelişimi açısından büyük bir
risk taşımaktadır. Çünkü sürekli olarak tekrarlanan bu davranışlar çocuğun akranları tarafından ilgi
çekmesini ve arkadaş edinmesini engelleyecektir.Gerek normal gelişim gösteren gerek özel
gereksinimli çocuklarda yoğunluk, sıklık ve zaman açısından sosyal normlara uymayan bireyin kendini
ve çevresini olumsuz etkileyen, zarar veren davranışlardır. Özel gereksinimli çocuklarda problem
davranışlar çeşitli nedenlerden dolayı ortaya çıkmaktadır. Eğitimcilerin/ailelerin dikkat etmesi
gereken ilk husus çocuğun gösterdiği davranışın bir problem davranış olup olmadığı saptamak
olmalıdır.Problem davranış diyebilmek için; Çocuk bu davranışı sık sık yapıyor mu?, Kendine ve
çevresine zararı oluyor mu?, Çevresi ile iletişimini engelliyor mu? vb.. sorular sorarak davranışın
problem davranış olup olmadığını belirlemek olmalıdır.Davranışın problem davranış olduğunu
belirledikten sonra ikinci önemli nokta ise davranışın kaynağı, problem davranışın nedenini ortaya
çıkarmak olmalıdır. Çocuğum/öğrencim bu davranışı neden yapıyor? sorusuna cevap bulmak gerekir.
Bunun belirlemek için problem davranış öncesi ne olduğu, problem anı ne yaşandığı ve problemin
sonrasında neler olduğunu iyi gözlemlemek gerekir. Bu noktada Nursel Özdemir Özel Eğitim
Kurumları bünyesinde Özel gereksinimli bireylere yönelik Özel Eğitim Uzmanları ve Psikologlar
eşliğinde gerekli gözlemler, eğitim programları ve izlenecek adımlar belirlenmektedir. Problemin
ortaya çıkma nedenini belirledikten sonra problem ile başa çıkmak daha kolay olacaktır.
Doğukan GÜÇLÜ
Özel Nursel Özdemir Özel Eğitim Kurumları, ABA Terapisti
SPİNA BİFİDA
Spina bifida, hamilelik döneminde bebeğin omurgasının tam olarak kapanmaması sonucu omurgada
açıklık oluşmasıdır. Hamileliğin ilk ayında oluşan bu anomali halk arasında “Ayrık omurga hastalığı”
olarak da bilinir. Türkiye’de her bin bebekten 3’ünde görülür. Hastalığın sebebi tam olarak
bilinmemekle birlikte, hamilelik sürecinde folik asit eksikliğinin önemli bir neden olduğu düşünülür.
Spina bifida’da omurilik ve sinirler, açık kalan omurların arasından çıkar ve bebeğin sırtında bir
yumru oluşturur. Bu da vücuttaki bazı işlevleri kontrol eden sinirlere zarar verir. Hangi sinirlerin
etkileneceği, sırttaki açıklığın bulunduğu yere bağlıdır. Sırttaki açıklık ne kadar yukarıda ise daha çok
sayıda sinir etkilenmiş ve daha ağır bir felç durumu var demektir. Çocukta kısmi felç, yürüme
problemleri, hidrosefali, bağırsak ve mesane problemleri, ileride skolyoz gibi sorunlar görülebilir.
Spina bifida hamilelik sırasında yapılan kan ve ultrason testleriyle saptanabilir. Şiddetine ve yol açtığı
sorunlara göre üç çeşidi bulunsa da spina bifida denince akla en ağır seyreden “miyelomeningosel”
geliyor. Hastalığı daha hafif yaşayanlar ameliyat sonrası hayatının kalanını normal olarak
sürdürebiliyor.
* Spina Bifida Okülta; hastalığın en sık görülen ve en hafif formudur. Birçok insan hastalığın farkında
bile değildir. Omurgadaki kemiklerin ufak bir kısmı açıktır ve kapalı spina Bifida olarak da adlandırılır.
* Meningosel; Spina Bifida’nın en nadir türüdür. Kese şeklinde dışarı çıkan bu kısımda sinirler
bulunmadığı için ciddi problemlere neden olmaz.
* Myelomeningosel; Spina Bifida’nın en ciddi ve sık görülen türüdür. Omurga kemikleri arasından
çıkan kese, omurilik sinirlerini de içerir. Bunun sonucu olarak da kısmi felçler, yürüme zorluğu,
hidrosefali, idrar/dışkı kaçırma, ileri böbrek yetmezliği, skolyoz gibi birtakım problemlere neden
olabilir.
Doğumuna karar verilmiş spina bifidalı bebeğin dünyaya geldikten sonraki ilk 36 saat içinde ameliyat
edilmesi gerekmektedir. Bebeğin meningoseli varsa, doğumdan sonra 36 saat içinde cerrah omuriliğin
etrafına bir zar yerleştirir, omuriliği çıktığı yerden geri koyarak açıklığı kapatır. Spina bifidalı bebek
myelomeningosel ile doğmuşsa yine sırttaki doku ve omurilik geri konularak kese ameliyatla kapatılır.
Fizyoterapi, spina bifidalı hastaların mümkün olduğu kadar bağımsız hareket edebilmesine yardımcı
olmanın önemli bir yoludur. Fizyoterapide temel amaç harekete yardımcı olmak, şekil bozukluğunu
önlemek ve bacak kaslarını güçlendirmektir. Bacak kaslarındaki kuvvetin korunmasına yardımcı olmak
için günlük egzersizler ve bacakları desteklemek için özel ateller gerekebilir. Uygulanacak olan
egzersizler çocuğun ihtiyaçlarına göre kişiye özel olarak hazırlanmalıdır.
Nursel Özdemir Kurumları
Elif Güner – Fizyoterapist
Parkinson ve Rehabilitasyon
Merhaba sevgili okuyucular,
Bu hafta Parkinson ve rehabilitasyonundan bahsedeceğim. Parkinson hastalığı, dopamin seviyelerinin
düşmesine neden olan beyin sinir hücre hasarının yol açtığı, elde titreme ile başlayan, kas sertliği yanı
sıra denge kaybı gibi kontrolün bulunmadığı belirtiler gösteren ve yavaş ilerleyen nörolojik bir
hastalıktır. Daha çok 60 yaş üzeri kişilerde görülen, beynin ilerleyici yani dejeneratif olarak
adlandırılan hastalık grupları arasında yer alır. Parkinson belirtileri şu şekilde listelenebilir:
-Yürürken kol sallanma hareketlerinde azalma veya kayıp
– Adımlarda küçülme
-Yürümeye başlamada zorluk,
-Düğme iliklemek ya da açmakta zorlanma,
-Yatakta dönme ya da otururken kalkmada güçlük,
-Maske yüz ifadesi şeklinde bulgular görülebilir.
Parkinson tanısı, hastanın klinik hikayesi ve nörolojik muayene ile konulur. Parkinson hastalarında
rehabilitasyon çok önemlidir. Bu hastalarda fiziksel egzersiz alışkanlığının kazandırılmasına dikkat
edilmeli, hastalarda dik duruşu sağlayacak egzersizlere önem verilmelidir. Rehabilitasyonda diğer bir
amaç ise kas-iskelet ve kalp-akciğer sistemlerine ait gelişebilecek komplikasyonların önlenmesine
yönelik olmalıdır. Parkinson hastalığının özelliklerine ve ihtiyaçlarına göre uygun bir rehabilitasyon
programı hazırlanmalıdır. Bunlar arasında;
-Gevşeme egzersizleri,
-Eklem hareket açıklığı egzersizleri ,
-Aerobik egzersizler,
-Solunum egzersizleri,
-Güçlendirme egzersizleri,
-Denge ve koordinasyon egzersizleri ,
-Yürüme egzersizleri,
-Engel aşma egzersizleri,
-Yerinde dönme egzersizleri,
-Dik duruş egzersizleri yaptırılmalıdır.
Gevşeme egzersizleri ile sertliklerde azalma sağlandıktan sonra , rehabilitasyon programında daha iyi
ilerlemeler kaydedilecektir.
Kurumlarımızda alanında uzman fizyoterapist kadromuz ile bu tip rahatsızlıklara yönelik
rehabilitasyon hizmeti vermeye devam etmekteyiz. Bilgi ve destek almak için bizlere her zaman
ulaşabilirsiniz.
Aysu Yağlı
Özel Elit Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Merkezi Fizyoterapisti
ÖZEL EĞİTİM VE REHABİLİTASYON SÜRECİNDE REHBERLİK
Psikolojik açıdan desteklenmesi gereken çocuklar, gençler, yetişkinler ve ailelere verilen hizmetler
kapsamında, kişilerin fiziksel, psikososyal gelişimleri ve duygusal süreçleri değerlendirilmektedir.
Özel eğitim ve rehabilitasyon sürecinde hizmet alan kişinin duygusal durumu ve içsel motivasyonu
çok önemlidir. Özellikle çocukların problemli davranışları altında yatan temel sebep, çoğu zaman
yaşadıkları kaygı ve süreci anlamlandırmada yaşadıkları problemler olabilmektedir. Her insan günlük
hayatında uyum gerektiren birçok problemler ile yüzyüze gelir. Özürlü çocuklar özürlerinin yarattığı
engeller ve sıkıntılar ve çevresindeki insanların gösterdiği bazı olumsuz tepkiler, tutum ve
davranışlarından dolayı birçok uyum problemleri ile yüz yüze gelirler. Bazı ciddi duygusal problemler
yönünden normal çocuklara kıyasla daha çok sorunları olduğu söylenebilir. Bireyin danışmaya
üzüntüsünü, sevincini paylaşacak, çözemediği problemi çözmede, veremediği kararı vermede
kendisine yardım edecek psikolojik danışma personeline ihtiyacı vardır. Psikolojik Danışmanlık ve
Rehberlik Biriminde, çocukların yaşadıkları kaygı ve stresten kaynaklı davranış problemlerinin
giderilmesi amacıyla oyun temelli yaklaşımla psikolojik destek verilmektedir.
Özel eğitim ve rehabilitasyon sürecinde hizmet verilen kişinin yanı sıra aile bireylerininde psikolojik
destek alması çok önemlidir. Aile ile yapılan görüşmeler sırasında, öncelikle kaygı ve stresin kaynağı
olan problem tanımlanmaktadır. Problemin tanımlanmasının ardından altında yatan nedenler ve
çözümleri, aile ile iş birliği yapılarak uygun yaklaşım ve tekniklerle ortaya koyulmaktadır.
Kurumlarımızda alanında uzman psikolog ve rehber öğretmenler ile bu tür ihtiyaçlara yönelik
rehabilitasyon hizmeti vermeye devam etmekteyiz. Bilgi ve destek almak için bizlere her zaman
ulaşabilirsiniz.
Esin SAYDAM
Özel Elit Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Merkezi Rehber Öğretmeni
Deneyimsel Oyun Terapisi, B.E. Norton ve C.C. Norton tarafından geliştirilmiştir. Temel olarak
deneyimsel oyun terapisi çocukların dünyayı bilişsel olarak algıladıklarından ziyade deneyimsel olarak
algıladıklarını benimsemektedir. Deneyimsel oyun terapisi, çocuklarla deneyimsel olarak bağ kurmayı
içermekte ve oyunlar aracılığıyla çocukla bağ kurmayı hedeflemektedir. Ayrıca terapistin çocukla
kurduğu bağ/ilişki iyileşmenin bir bileşenidir. Bu ise çocukla oynarken terapötik ilişkiyi
desteklemektedir.
Deneyimsel oyun terapisi, çocuğun iyileşmesi ve sağlık için çaba harcama kapasitesine yönelik sağlam
bir inanca sahiptir. Nitekim yalnızca çocuk kendi acısını ve mücadelesini diğer kişilerden daha iyi
bilmektedir. Bu sebeple kendi oyununu yönlendirme konusunda çocuğa özgürlük sağlandığında,
çocuk kendi gibi olmanın tam anlamıyla nasıl olduğunu terapiste doğru bir şekilde aktarabilen bir
senaryo içerisine girecektir. Çocuk oyunun ilk başlarında kendisini toplumdaki diğer kişilerin sahip
olduğu konumlar erine koymak isteyecektir. Örneğin Güç sahibi konumuna. Güç konumuna
koyduğunda ise terapisti kendi istediği şekilde gösterdiği oyunlar ile yönlendirecektir. Terapist ise
çocuğun çizdiği bu oyunlardan çocuğun duygusal yaşamını anlayabilme fırsatı bulacaktır. Çünkü bir
çocuğun iç dünyasına oyunla girilebilmektedir.
Deneyimsel oyun terapisi, oyun terapistleri aracılığıyla çocukların yaygın olarak gösterdiği okuma,
dikkat eksikliği, konuşma, tacize uğrama, boşanmalar, duygusal veya fiziksel şiddet gibi birçok
durumun tedavisi için kullanılmakta ve her bir çocuk için etkili olmaktadır. Deneyimsel oyun
terapisinin beş aşaması bulunmaktadır. Bunlar, keşif aşaması (çocuğun oyun odasını keşfettiği
aşama), korunma için sınama (çocuğun terapistine karşı olan güveni test ettiği aşama), bağlılık
(çocuğun terapistle bağ kurduğu aşama), terapötik büyüme (çocuğun kayıp gelişimsel aşamaları
tekrar yaşadığı aşama) ve sonlandırmadır (çocuk için çok önemli olan bir ilişkinin kaybını temsil eden
aşama).
Fatma Şanal – Özel Eğitim Alan Uzmanı
Okul fobisi, yaşanılan yoğun kaygı ve korkuyla birlikte çocuğun okula gitme konusunda isteksiz
davranması ve okula gitmeyi reddetmesidir.
Özellikle anaokulu ya da ilkokula başlayacak olan çocuklarda ayrılma anksiyetesi şeklinde gelişir.
Çocuk; anne ya da bakım verenden ayrılmak istemez.
Aileye bağımlı yetişen çocuklarda sık görülür. Çocuğun aşırı koruyucu ebeveynler tarafında yetişiyor
olması, yeterince çocuğa sorumluk verilmemesi ve yaşıtlarıyla ilişki kurmakta güçlük çekiyor olması
okul fobisinin oluşmasında başlıca nedenler arasındadır.
Farklı bir ortam içerisine girmek, yeni insanlarla tanışmak gibi yeni deneyimlerle baş edebilme
gücünün zayıf olması, okul fobisinin ortaya çıkmasına neden olur. Mükemmeliyetçi ebeveynlerin,
çocuktan gerçekçi olmayan beklentiler içerisine girmesi strese yol açabilir ve okul korkusunun
gelişmesini tetikleyebilir.
Ayrıca hastalık, boşanma, aile fertlerinden birisinin kaybı, istismar, şiddet ve kardeş doğumu gibi
yaşanılan bazı problemler okul fobisinin gelişmesine neden olur. Yapılan araştırmalar okul fobisinin
gelişmesindeki en önemli etkenin anne ve babanın ruhsal durumu olduğunu belirtmiştir.
Her ne kadar okul fobisinin ebeveynin tutum ve davranışlarından kaynaklandığını belirtsek de okul
içerisinde yaşanan sorunlardan sonra da okul fobisi gelişebilir. Diğer çocuklar tarafından dışlanma,
alay edilmeye maruz kalma, akran zorbalığı, duyarsız öğretmen, otoriter okul yönetimi, sınıf içerisinde
sözlünün sık yapılması vb. gibi sorunlar okul fobisini tetikleyebilir.
Nursel Özdemir Kurumları
Psikolog Gizem ÇÖTÜR
ÖNLEYİCİ REHBERLİK ÇALIŞMALARI
Önleyici rehberlik hizmetlerinin temel amacı grup üyelerinin duygusal rahatsızlık veya sıkıntılarının
tekrarını azaltmak ve duygusal dayanıklılığı artırmak temel yaşam becerilerini öğretmektir. Önleme
çalışmaları kişisel iyilik halini artıracak, bireylerin yaşadıkları, öğrendikleri ve çalıştıkları çevreleri
iyileştirecek değişimleri içine almaktadır. Amacı itibariyle gelecekte istenmeyen olay ya da durumları
önlemek için şimdiden bazı önlemler almak ilerleyen süreçte istenen olay ve durumları artırmak için
çalışmalarda bulunmayı hedefler.
Önleme çalışmaları hayat boyu rehberlik yaklaşımından hareketle her yaşta sunulabilir ancak hedef
kitlenin büyüklüğü, verilen hizmetin etkililiği ve erken yaşta sunulan hizmetlerin yetişkinlik hayatına
transferinden dolayı okullarda daha etkin sunulması gerekmektedir. Önleme çalışmaları ne kadar
erken yaşta başlarsa bireylerin direnci daha az olacak ve sunulan hizmetin niteliği artacak, toplumda
daha güçlü bireyler/yetişkinlerin sayısı artacaktır.
Yapılacak çalışmalarda sadece sorun önleme amaçlı çalışmalar yürütmek yerine çocuk ve gençlerin
sağlıklı gelişimlerini desteklemek amacı ile de çalışmalar yürütülmelidir. Son yıllarda okullarda sık
rastlanılan sorunlar; Şiddet/ zorbalık, İhmal/istismar, bağımlılık yapıcı maddelerin kullanımı, bilişim
araçları ve internet kullanımı/Siber Zorbalık, Yeme bozuklukları/ obezitedir.
Temel Önleme çalışmaları kapsamında; 2006-2011+ Eğitim Ortamlarında Şiddetin Önlenmesi ve
Azaltılması Strateji ve Eylem Planı çalışmaları, 2014/20 Nolu uyuşturucu kullanımı ve Bağımlılık Yapıcı
Maddelerle Mücadele genelgesi, Psikososyal Müdahale çalışmaları (Psikososyal, Psikolojik
Bilgilendirme ve Anlamlandırma), aile eğitimleri İhmal ve İstismar Vakalarında ÇİM’lerle işbirliği
Adana, Antalya, Ankara, Bursa, Diyarbakır, İzmir ,Gaziantep, Kayseri, Samsun Elazığ, Kocaeli, Konya,
Sivas, İstanbul Anadolu Güney Bölgesi, İstanbul Bakırköy Bölgesi, Van Manisa, Edirne, Mersin) yapılan
örneklerdir.
FATMA KOCAKAYA-PSİKOLOJİK DANIŞMAN & ÖZEL EĞİTİM ALAN UZMANI
NURSEL ÖZDEMİR KURUMLARI
AİLENİN ÇOCUĞA ETKİSİ VE ÖNEMİ
Yaşam yolculuğunda insanın ilk durağı olan aile tüm yaşamı boyunca çocuğun psikolojisinde
silinmeyecek izler taşır. Çocuk, kendisinin kim olduğunu, anne babasının nasıl insanlar olduğunu,
çevresindeki nesnelerin nasıl kullanıldığını, yaşadığı olayların ne anlama geldiğini, öncelikle anne
babasının ona dünyayı sunma şekliyle anlar. Çocuk, anne babasının dünyasında bir yeri olduğunu,
onlar tarafından anlaşıldığını görmek ister, anne baba da, aynı şekilde, kendilerinin çocuğun gözünde
bir yeri olduğunu görmek ister.
Anne baba ve çocuğun, anlam verme süreçleri içinde, bu sürece zarar verebilecek iki önemli nokta
bulunmaktadır: İlişkide yaşanan kopuklukların nasıl tamir edildiği ve yargılama. Anne ve babanın
çocuğa olan sevgisi ve ilgisinin koşulsuz olması önemlidir. Ailenin, çocukta yalnızca kendi beğendiği
yönleri önemsediği, “bu şekilde davrandığında seni seviyorum” mesajı verdiği durumlarda, çocuk,
kendi özünden uzaklaşmaya ve yanlış bir benlik algısı oluşturmaya başlar. Çocuk kendisinin sadece
başkaları tarafından beğenildiğinde değerli olduğuna inanır.
Aile ve çocuğun birlikte anlam oluşturmaları, ömür boyu devam eden bir süreçtir. Çocuk için, anne
baba sadece dış dünyanın “tercümanları” değildir, onlar aynı zamanda çocuk için özdeşim kurduğu
modellerdir. Çocuğun anne babasıyla içinde bulunduğu “birlikte ve karşılıklı anlam verme” süreci,
zaman içinde çocuğun kendilik duygusunun oluşumuyla sonuçlanır. Anne ve baba, çocuklarının sosyal
ve duygusal gelişiminde uygun ve sağlıklı birer özdeşim modeli olacak şekilde davranmalı,
çocuklarının yaş ve gelişim özelliklerine uygun beklentiler taşımalıdırlar. Anne baba ve çocuk
etkileşiminde; çocuğun görüş ve düşüncelerine değer vermek, karşılıklı iletişim esnasında emir verme,
uyarma, tehdit etme, yargılama, suçlama gibi iletişimi engelleyen davranışları kullanmamak son
derece önemlidir.
Çocuklarının sosyal ve duygusal gelişimini destekleyen anne babalar çocuklarıyla nitelikli ve yeterli
zaman geçiren, sosyal yaşantıları paylaşan, onları ilgiyle dinleyen, sorularına karşılık veren,
çocuklarının gelişimleri için gerekli olan uyarıcıları sağlayan, demokratik bir tutum içinde sorunlara
çocuklarla birlikte çözüm arayan, güven verici ve hoşgörülü bir tutum içinde, gerektiğinde sınırlamalar
getiren anne babalardır.
Ülkemizde yapılan bir araştırmada, çocuğa aşırı düşkün, sorumluluk vermeyen, aşırı disiplin
uygulayan, aşırı sınırlayan ya da ihmal eden; örnek olmak yerine sadece ve sürekli uyaran, güven
vermeyen, suçlayıcı, fiziksel ya da ruhsal sorunları olan ebeveynler ayrılık anksiyetesinin gelişmesinde
etkindir. Bu tip ebeveynlik özelliklerinin, çocukların gelişim aşamalarını sağlıklı bir şekilde
atlatamamasının yanı sıra, uyum sorunları geliştirmelerinden ve yaşamlarının ileri dönemlerinde ciddi
psikopatolojilerin ortaya çıkmasından da sorumlu tutulmaktadır.
Nursel Özdemir Kurumları Özel eğitim Alan Uzmanı Haticenur Can
İŞİTSEL SÖZEL TERAPİ
Günümüzde sağlık ve teknoloji alanındaki ilerlemeler işitme kaybının erken dönemde tanılanmasını
sağlamaktadır. 21. yüzyıla girerken işitme kaybının en erken tanılanma yaşı ortalama iki ile üç yaş
arasında değişirken, sonraki yıllarda yeni doğan bebekler yaşamlarının ilk yılı içinde tanılanmaya
başlamıştır. Yenidoğan işitme taraması programının ülkemiz genelinde yaygınlaşması sonrasında,
işitsel rehabilitasyon uygulamalarına daha erken dönemde bebeklerin ve küçük çocukların
yönlendirilme oranı artmıştır.İşitsel rehabilitasyonun temel amacı sözel iletişime erişimin en üst
düzeyde sağlanmasıdır.İşitme kaybının veya bozukluğunun tanılanmasından ve uygun
amplifikasyonun seçilmesinden sonra terapi süreci başlamaktadır. Ülkemizde en sık tercih edilen
yöntem “İşitsel-Sözel Terapi”dir. Bu terapi yaklaşımında, işitsel rehabilitasyon sırasında sadece işitsel
bilgi sağlanır. Terapi öncesinde amplifikasyon sisteminin hastaya uygun olması ve mümkün olan en
uygun işitsel bilgiye ulaştırılması hedeflenir. İşiten ailelerin işitme kaybı teşhisi konan çocuklarıyla
kolayca uygulayabilecekleri ve günlük yaşamdaki rutinlerinden yola çıkarak terapinin temel adımlarını
ebeveynlerin uygulayabileceği bir yaklaşım sunmaktadır. Erken dönemde işitme kaybı tanılanan ve
yeterli düzeyde işitsel uyarım sağlanan çocukların işitsel sözel terapiden fayda sağladıklarıyla ilgili çok
sayıda yayın bulunmaktadır
İşitme kaybı, dil ve konuşma gelişimi sürecini bütünüyle etkilemektedir. Bu nedenle, işitme kaybının
erken tanılanması ve erken müdahale yöntemlerinin (yenidoğan işitme taraması) kullanılması
çocuğun kronolojik yaşına uygun dil becerilerini edinmesinde önemli rol oynamaktadır. İşitme cihazı
ve koklear implant teknolojilerinin son yıllarda hızlı bir şekilde gelişmesi, işitme kayıplı çocukların
dinleme ve konuşma becerilerini kazanmasında gösterdiği performansı artırıcı bir etkiye sahiptir.
Erken müdahale ile kritik dönemde (0-3,5 yaş) cihazlandırılan veya implant uygulanan işitme kayıplı
çocuklar, dil ve konuşma gelişimlerinde işiten akranlarına yakın bir düzeyde dil ve konuşma becerisi
geliştirme fırsatını yakalayabilmektedir. Erken tanılama ve müdahalede gecikme yaşanması çocuğun
akademik performansında düşüşe, iletişim kurma güçlüğüne ve hayat kalitesinin azalmasına neden
olmaktadır.İşitsel-Sözel Terapi (İST), erken müdahalede kullanılan, konuşma dilini günlük aktivitelerin
içine entegre ederek çocuğa doğal bir ortamda işitme duyusunu kullanmayı öğreten iletişim ve eğitim
yöntemidir. Dinlemeyi ve konuşma dilini öğretmeyi hedefleyen bir yaklaşımdır. İST’nin temel amacı,
işitme kayıplı çocukların alıcı ve ifade edici dil becerilerini işiten akranlarının düzeyine getirebilmektir.
Bu nedenle, terapinin öncelikli hedefi dinlemeyi gerçekleştirmektir. İST dinlemeye odaklanarak
konuşmanın ve dilin doğal gelişimini sağlamaktadır.Terapide işitme kayıplı çocuk yoğun bir şekilde
işitsel uyarana maruz bırakılmaktadır. Böylece, çocuğun işitme duyusu yeterince gelişmekte ve işiten
akranlarına yakın bir düzeyde dil ve konuşma becerisi geliştirme fırsatını yakalayabilmektedir.Dil,
işitme duyusunun etkin kullanımı ile kazanılmaktadır. Bu nedenle, uzmanlar işitme kayıplı bir çocuğa
dili kazandırırken dinlemeyi vurgulayan teknoloji ve eğitim yöntemlerini kullanmalıdır. Erken
dönemde cihazlandırılan çocukların dil ve konuşma gelişimlerinin kronolojik yaşına uygun seviyede
olması için uzmanların ve ebeveynlerin iş birliği içinde olması gerekmektedir. İST yaklaşımının kısa
vadeli hedefi, işitme kayıplı çocuğun okul öncesi döneminde dil becerilerinin kazanımını
gerçekleştirebilmesi ve yaşadığı çevreye uyum göstermesini sağlamaktır. Uzun vadeli hedefi ise,
çocuğun akademik ve sosyal yaşamında etkin bir birey olmasını sağlamaktır.
Nursel Özdemir Kurumları
KADER METE – ODYOLOG
BENLİK SAYGISI
Benlik saygısı kendine değer verme ve kendin ile ilgili doğru değerlendirmeler yapıp bunlarla barışık
olma ile ilgili bir kavramdır. Benlik saygısı olumlu gelişmiş bir insan kendini değerli, içinde bulunduğu
toplumda yeri olan saygın bir insan olarak görür.
Benlik saygısı olumlu gelişen bir insan her türlü güçlüğü aşabileceğini zorluklara göğüs gerebileceğini
düşünür. Bununla birlikte benlik saygısı bireyi olumlu yönde motive eden önemli bir güdüleyici
etkendir. Benlik saygısı yüksek kişiler içsel sorunlarını aşarak başarıya ulaşmada büyük şansa sahip
olurlar. Bu kişiler samimi, gerçek dost ve arkadaş olabilen, coşkulu, pozitif, güvenilir ve başkalarına
güvenebilen, eyleme dönük davranan, eleştiriye gelebilen, mizah anlayışları kuvvetli bireylerdir.
Kendini sevmeyi, kendinden memnun olmayı ifade eden benlik saygısı zayıf olduğunda çökkünlük,
depresyon, kaygı bozuklukları, stres belirtileri, psikosomatik rahatsızlıklar (baş ağrısı, uykusuzluk,
yorgunluk, kas ağrıları, mide ve bağırsak bozuklukları gibi) ,öfke, başkalarına karşı düşmanca duygular
besleme, kimseye güvenmeme, aşırı rekabetçilik, kötü ilişkiler kurma , alkol ve madde bağımlılığı,
iletişim bozukluğu, bağlanma korkusu, duygusal bağlanma olmadan gelişigüzel ilişkiler yaşama,
eleştiriyi kaldıramama, başkalarına bağımlılık, yeme bozuklukları, toplumdan kendini izole etme, okul
başarısızlığı, başkalarını etkilemek için yanlış davranışlarda bulunma, toplumsal olarak kendini bir
yere oturtamama gibi problemli davranışlar ortaya koyabilir.
Benlik saygısı gelişiminde anne babalara büyük görevler düşmektedir. Benlik saygısının gelişmesi anne
ve babanın çocuğa gösterdiği ilgi ve uygun kabul edilen ilişkiye bağlıdır. Benlik saygısı yüksek olan
anne babaların çocuklarında benlik saygısı kolayca gelişecektir. Bu anne babalar çocuklarından sevgiyi
esirgemeyen, onların yaşamına ve arkadaşlarına ilgi gösteren, onlara zaman harcayan, her zaman
arkalarında ve destek olacaklarını gösteren, onları yüreklendiren ebeveynlerdir. Bu ebeveynlerin
beklenti ve ölçüleri yüksek olsa da net, mantıklı ve tutarlı olduklarından, çocuğun görüşlerine ve
bireyselliğine değer verdiklerinden dolayı herhangi bir sorun çıkmamaktadır.
Kevser ÖZBEK
Nursel Özdemir Kurumları Rehber Öğretmen
ÇOCUK ve RESİM
Merhaba sevgili okuyucular,
Bu haftaki köşe yazısında sizleri ‘Resim nedir? Çocuk için önemi nedir? Resim yapmak çocukların
gözünde neyi ifade eder? Soruları hakkında bilgilendireceğim.
Resim çocuğun iç dünyasına açılan bir kapıdır. Konuşmaya, yazı yazmaya geçmeden önce onun için en
doğal aktarım yöntemidir. Küçük yaşlarda kelimelerden daha güçlü bir anlatım aracıdır diyebiliriz.
Sözlü iletişimde zorlukları olan çocuklar açısından sözsüz dili oluşturarak çocukları tanımakta kolaylık
sağlaması, gelişimlerinin birer göstergesi olması önemli bir yer tutmaktadır. Çocuklar belirgin bir kas
olgunluğuna ulaştıktan sonra birtakım çizgi ve figür denemelerinde bulunur. Bir şeyleri temsil eden
çizimler olabileceği gibi temsil edici olmayan çizimler de olabilir.
Çocuk resim yaparken duygu ve düşüncelerini, dış dünyayı algılayışını ortaya koymuş ve kendisinden
parçalar yansıtmış olur. Resim esnasında çeşitli öğeleri birleştirerek anlamlı bir bütün oluşturur ve
buna bağlı olarak deneyim kazanır. Günlük deneyimler de bunu etkiler. Özel bir uyarıma ihtiyaç
duymadan da yaratıcı yanlarını ortaya koyabilirler.
Psikolojik tanıda resmin rolüne bakacak olursak; çocuğa büyük bir çevrenin parçası olduğunu
benmerkezci bakış açısından uzaklaştığının farkına varmasını sağlar. Çocukların psikolojik açıdan
değerlendirilmesinde; klinik gözlemler, aileden alınan bilgiler, yapılan testler ve projektif yöntemler
önemli bir yer tutar. Bu yorumlamaların bir uzman tarafından yapılması gerekir. Çocuğun çizdiği
resimde değerlendirmeye alınan kriterler ise şu şekildedir: “Çizim sırası, bireylerin organları,
bireylerin konumları, nesneler, renkler, orantılar, kâğıdın kullanım alanı, çizgilerin yapısı ve çocuğun
çizdiği resim hakkındaki yorumudur”.
Çocuğa müdahale etmeden, resmi tamamladıktan sonra onunla resim hakkında sohbet edebilir, ne
yaptıklarını sorabilir motive olmalarına destek sağlayabiliriz.
Melike ÖZEN
Özel Nursel Özdemir Eğitim Kurumları, Psikolog
ABA PROGRAMINDA ETKİNLİK ÇİZELGELERİ KULLANIMI
Etkinlik çizelgeleri, Princeton Çocuk Gelişim Enstitüsü’nde (PCDI) 1986 yılı itibariyle 20 yılı aşkın süren
bir çalışmanın sonucunda geliştirilmiştir. Etkinlik çizelgeleri bireyi bir dizi etkinliğe yönlendiren yazılı
ve fotoğraflı ipuçlarıdır. Etkinlik çizelgesi takip etme becerisi ipucu sunma ve ipucunu geri çekme ile
öğretilir. İpucu sunma aşamasında elle yönlendirme; ipucunu geri çekme aşamasında ise aşamalı
yardım, uzamsal geri çekme, gölge olma ve mesafeyi arttırma kullanılır.
Etkinlik çizelge kullanımı ile birlikte birey; oyun becerileri, rutin takip becerileri, öz bakım becerileri ,
etkinlik seçme ve etkinlikleri sıraya koyma becerileri, sosyal etkileşim ve iletişim becerilerini kazanır.
Etkinlik çizelgeleri fotoğraflı ve yazılı olmak üzere iki farklı şekilde hazırlanabilir. Henüz okumayı
bilmeyen çocuklar için etkinlik çizelgesi başlangıçta her sayfada çocuğu etkinlikle meşgul olmaya ya
da ödüllere yönlendiren fotoğraflı ipuçları olan dosyalardır. Çocuklar etkinlik çizelgesini açmayı, ilk
sayfayı çevirmeyi, fotoğrafı işaret etmeyi, resimde belirtilen materyali almayı, etkinliğini
tamamlamayı, materyali yerine koymayı ve çizelgeye geri dönmeyi öğrenirler. Çocuklar çizelge
kullanımında ustalaştıklarında ve okuma becerileri kazandıklarında fotoğraflı ipucu yerine yazılı
ipuçlarına tepki vermeyi öğrenir. Örneğin, çocuk sayfayı çevirir, ipucunu işaret parmağıyla gösterir,
ipucunu okur, etkinliği yerine getirir ve etkinlik çizelgesine geri döner.
Etkinlik çizelgelerinin bireye kazandırdığı becerileri şöyle sıralayabiliriz: Rutin takibi kolaylaştırır,
planlı ve organize olmayı sağlar, yapılması gereken etkinlikleri hatırlatmada yardımcı olur, etkinlik
sıralaması ile ilgili bilgi vererek kaygı düzeyini azaltır, bağımsız hareket etme becerisini kazandırır.
Narin Mert – Nursel Özdemir Kurumları Özel eğitim alan öğretmeni
ÇOCUĞUM BENİ ANLIYOR FAKAT BENİMLE KONUŞMUYOR?
Çocuğunun bir çok şeyi anladığını düşünmek ebeveyn için rahatlatıcı ve umut verici bir durumdur
ancak burada üzerinde durulması gereken 2 nokta vardır.
Çocuğunuz sizin sözel ifadelerinizi yaşı düzeyinde mi anlıyor?
Örneğin takvim yaşı 5 olan bir çocuğun sadece basit yönergeleri yerine getirmesi yada sorulduğunda
vücudunun birkaç bölgesini göstermesi alıcı dilde sınırlılık yaşadığını ve gelişimsel olarak daha alt
basamakta kaldığını göstermektedir.
Dikkat edilmesi gereken diğer nokta ;çocuğun dil ve iletişim becerilerini ; özellikle ev ortamında
dikkate aldığımızda ve değerlendirdiğimizde, birçok çevresel destek ve işaret devreye girmektedir.
Çocuk dilden önce konteksti (bağlam) ve davranışları (hareketleri) anlar.
Örneğin ; Yeni doğan bir bebek acıktığında, iletişim aracı olarak ağlamayı kullanır. Bu bir iletişim
davranışıdır.
İlerleyen dönemlerde istediği nesneleri işaret ederek elde etmeyi öğrenir. Daha da ilerleyen
dönemlerde çocuk davranışları ve hareketleri gözlemler, onları yorumlar ve anlam yükler.
Sonuç olarak alıcı dil becerilerinin gelişimdeki temel yapı taşı ve gelişimin yolunda gidip gitmediği
hakkındaki önemli bir belirteç olduğu düşünüldüğünde, alıcı dil becerilerinin takvim yaşına göre ve
farklı bağlamlar içinde değerlendirilmesi önem arz etmektedir.
Nursel Özdemir Kurumları Özel eğitim alan uzmanı – Neriman Tekelioğlu
GELİŞİM GERİLİĞİ
Gelişim geriliği, çocuğun gelişim basamaklarına göre beklenilen gelişimi zamanında
tamamlayamaması ya da geç tamamlamasıdır. Çocuklarda gelişim geriliği sadece fiziksel gelişim
geriliği değil aynı zamanda zihinsel, dil, motor, sosyal ve duygusal gelişim alanlarındaki gerilikleri de
içermektedir.
Gelişim geriliğinin doğum öncesi, doğum sonrası ve doğum sırası birçok nedeni vardır. Doğum
öncesinde karşılaşılan sorunlar arasında akraba evliliği, kan uyuşmazlığı, bazı ilaçlar, annede görülen
kronik rahatsızlıklar sayılabilir. Genetik hastalıklar, kromozomal bozukluklar, hormonal hastalıklar,
metabolik hastalıklar da gelişim geriliğine neden olurlar. Doğum travmaları sonucu çocuğun oksijensiz
kalması veya bebeğin doğum sırasında enfekte olması, doğum anı ile ilgili gelişim geriliği
nedenlerindendir.
Gelişim Geriliği, tanısını netleştirmek için yaş grubuna uygun tarama testleri uygulanmaktadır.
Ülkemizde Gelişim Geriliği değerlendirmesinde sık kullanılan ve standardize edilmiş araçlardan
bazıları şunlardır: Ankara Gelişim Tarama Envanteri (AGTE), Denver-II, Gelişimi İzleme ve Destekleme
Rehberi (GİDR).
Çocukların erken gelişim dönemlerinde gelişimsel tarama testleri kullanılarak ve doğum öncesi,
doğum anı, doğum sonrası gelişimsel öyküsünden alınan bilgiler doğrultusunda erken tanı konulması
ve olabildiğince en erken dönemde özel eğitim desteği alması bebeğin gelişimi ve aile bireyleri
açısından önem taşımaktadır.
Nursel Özdemir Kurumları
Neslihan Okşak – Özel eğitim alan uzmanı
Merhabalar, bu haftaki köşe yazımda sizlere “ABA terapi” yani uygulamalı davranış analizinden
bahsetmek istiyorum. Otizm spektrum bozukluğu teşhisi almış özellikle okul öncesi otistik belirtiler
gösteren çocuklarda uygulanır. Aba eğitimi davranış terapisi, davranışta gözlenebilir olumlu
değişiklikler üretecek prosedürlerin geliştirilmesine adanmış, özel eğitim ve rehabilitasyon
merkezlerinde birebir eğitimle uygulanır. Tercihen yoğun yani yoğunlaştırılmış olarak yürütülebilecek
uygulamalı, davranışsal, analitik, teknolojik, etkili ve sistematik bir bilimdir. Aba terapi yani
uygulamalı davranış analizi, otizm belirtileri gösteren çocuğun davranışlarında olumlu davranışları
ödüllendiren bu olumlu davranışları teşvik eden bir model olarak tanımlanabilir. Aba terapisinde
amaç çocuğu modele uydurmak değil, modeli çocuğa uyarlamaktır. Uygulanan metotların çocuklar
üzerindeki etkileri araştırılarak, değiştirilir, geliştirilir ya da uygun tepki alınmış ise devam ettirilebilir.
Odak noktası olarak olumsuz davranışların azaltılması ya da olumsuz davranışların yerine olumlu
davranışların geliştirilmesi hedef olarak belirlenir. Temelde çocuğun sosyal çevresine uyum
sağlayacağı davranışları, uygulamalı olarak analiz ederek olumlu davranışlara odaklanılmaktadır. Özet
olarak uygulamalı davranış analizinde ”hedeflenen davranışla çevre arasındaki fonksiyonel ilişki
değerlendirerek, olumsuz davranış değiştirilmeye çalışılır”. Aba eğitimi, dünyada eski ve etkisi
kanıtlanmış yegane otizm spektrum bozukluğu tedavisi olarak hala geçerliliğini korumaktadır. Aba
eğitimi dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, problem davranışlar, özel öğrenme gibi alanlarda da
uygulanabilmektedir.
ABA terapi incelenen davranışın sosyal önemine odaklanır. ABA terapileri pragmatiktir, bireyin etkili
bir şey yapmasını nasıl mümkün kılacağını kendisine sorar. Bu soruyu cevaplamak için, davranışın
kendisi, nesnel olarak ölçülmelidir zaten uygulamalı davranış analizi tanımında buradan gelmektedir.
Sözlü açıklamalar, açıklanan davranışın yerine değil, kendi içinde davranış olarak ele alınır. Uygulamalı
davranış analisti hedef davranışı kontrol eden olayları anlayıp bu davranışları manipüle edebildiğinde
Aba terapi eğitimi başarılı olur.
Erken tanı ve doğru müdahale bütün bozukluklar için yüksek önem taşımaktadır. Bu noktada Nursel
Özdemir Kurumları bünyesinde olan Fethiye ABA, terapistleri ,düzenli danışmanlık, denetlemeler ve
sürekli gelişen eğitim programları ile birlikte doğru uygulamalarla hem aile hem de çocuklar için
çalışmalarına devam etmektedir.
Çünkü iyi eğitim her çocuğun hakkı..
Nur MERCAN
Özel Nursel Özdemir Kurumları, ABA Eğitim Koordinatörü
Merhabalar, bu haftaki köşe yazımda sizlere “ABA terapi” yani uygulamalı davranış analizinden
bahsetmek istiyorum. Otizm spektrum bozukluğu teşhisi almış özellikle okul öncesi otistik belirtiler
gösteren çocuklarda uygulanır. Aba eğitimi davranış terapisi, davranışta gözlenebilir olumlu
değişiklikler üretecek prosedürlerin geliştirilmesine adanmış, özel eğitim ve rehabilitasyon
merkezlerinde birebir eğitimle uygulanır. Tercihen yoğun yani yoğunlaştırılmış olarak yürütülebilecek
uygulamalı, davranışsal, analitik, teknolojik, etkili ve sistematik bir bilimdir. Aba terapi yani
uygulamalı davranış analizi, otizm belirtileri gösteren çocuğun davranışlarında olumlu davranışları
ödüllendiren bu olumlu davranışları teşvik eden bir model olarak tanımlanabilir. Aba terapisinde
amaç çocuğu modele uydurmak değil, modeli çocuğa uyarlamaktır. Uygulanan metotların çocuklar
üzerindeki etkileri araştırılarak, değiştirilir, geliştirilir ya da uygun tepki alınmış ise devam ettirilebilir.
Odak noktası olarak olumsuz davranışların azaltılması ya da olumsuz davranışların yerine olumlu
davranışların geliştirilmesi hedef olarak belirlenir. Temelde çocuğun sosyal çevresine uyum
sağlayacağı davranışları, uygulamalı olarak analiz ederek olumlu davranışlara odaklanılmaktadır. Özet
olarak uygulamalı davranış analizinde ”hedeflenen davranışla çevre arasındaki fonksiyonel ilişki
değerlendirerek, olumsuz davranış değiştirilmeye çalışılır”. Aba eğitimi, dünyada eski ve etkisi
kanıtlanmış yegane otizm spektrum bozukluğu tedavisi olarak hala geçerliliğini korumaktadır. Aba
eğitimi dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, problem davranışlar, özel öğrenme gibi alanlarda da
uygulanabilmektedir.
ABA terapi incelenen davranışın sosyal önemine odaklanır. ABA terapileri pragmatiktir, bireyin etkili
bir şey yapmasını nasıl mümkün kılacağını kendisine sorar. Bu soruyu cevaplamak için, davranışın
kendisi, nesnel olarak ölçülmelidir zaten uygulamalı davranış analizi tanımında buradan gelmektedir.
Sözlü açıklamalar, açıklanan davranışın yerine değil, kendi içinde davranış olarak ele alınır. Uygulamalı
davranış analisti hedef davranışı kontrol eden olayları anlayıp bu davranışları manipüle edebildiğinde
Aba terapi eğitimi başarılı olur.
Erken tanı ve doğru müdahale bütün bozukluklar için yüksek önem taşımaktadır. Bu noktada Nursel
Özdemir Kurumları bünyesinde olan Fethiye ABA, terapistleri ,düzenli danışmanlık, denetlemeler ve
sürekli gelişen eğitim programları ile birlikte doğru uygulamalarla hem aile hem de çocuklar için
çalışmalarına devam etmektedir.
Çünkü iyi eğitim her çocuğun hakkı..
Nur MERCAN
Özel Nursel Özdemir Kurumları, ABA Eğitim Koordinatörü
TEKNOLOJİ BAĞIMLILIĞI NEDİR?
Teknoloji bağımlılığı, akıllı telefonun ortaya çıkışıyla kişinin sosyal medyada, oyunlarda, online
alışveriş sitelerinde ve uygulamalarda bilinçsiz, kontrolsüz ve takıntılı bir şekilde zaman harcamasıdır.
Bu zaman harcama kişiyi aynı zamanda sosyal hayattan da soyutlar.Teknoloji bağımlılığı ile mücadele
eden insan sayısında özellikle internet ve akıllı telefonların ortaya çıkışı ile birlikte ciddi bir artış
yaşanmıştır.
Psikolojik Etkileri:
-Depresyon
-Anksiyete bozuklukları
-Suçluluk duygusu
-Yalnızlaşma
-İş ve sorumlulukları yerine getirmeme erteleme veya aksatma
-Zaman kavramını yitirmek
Önleme Yöntemleri:
-Çocuklarda teknoloji bağımlılığını engellemenin en önemli yolu onunla güçlü bir iletişim kurulmalı
-Çocuğa teknoloji kullanımı konusunda örnek olmalı
-Teknolojinin faydaları ve zararları hakkında bilgi verilmeli
-Çocuklar fiziksel aktivitelere yönlendirilmeli (futbol, basketbol vb.)
-Çocuğun teknolojik aletleri kullanmada kendi özdenetimini sağlayacak ve sınırlarını belirleyecek
bilinç oluşturulmalı
-Teknolojik aletlerin kullanımına sınır konulmalı( belli saatlerde kullanma vb.)
-Çocukların sosyal ilişkiler kurması ,aile ve arkadaşlarıyla yeterince zaman geçirmesi sağlanmalı.
-Çocukların teknolojik araçları kullanırken ne görüntülediği ve hangi uygulamaları kullandığı
ebeveynin bilgisi dahilinde olmalıdır.
-Ayrıca bağımlı davranış belirtileri gösteren çocuğun uzman desteği alması ve gerekli terapilerle
tedavi olması gelecekteki yaşantısı için çok önemlidir.
Sultan Köse – Nursel Özdemir Kurumları
Özel eğitim alan uzmanı
ÇOCUKLARDA TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU
Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB), çocuğun yaşamını tehdit eden bir olaya maruz kalması ya da
tanıklık etmesi ile birlikte korku, çaresizlik gibi deneyimler sonucu ortaya çıkan, olayı yeniden yaşama,
travmayı hatırlatacak her şeyden kaçınma, hatırlandığında da tepkisiz kalma ya da aşırı tepki vererek
kaygı düzeyinde artma görülen bir stres bozukluğudur. TSSB belirtileri genellikle travmatik olaydan
sonraki bir ay içerisinde ortaya çıkar, ancak bazı durumlarda aylarca bu tepkiler görülmeyebilir,
tetikleyici unsur ile görülmeye başlanabilir. Travmanın niteliği, şiddeti; anne-babanın olaya ya da
duruma verdiği tepki, çocuğun kişilik yapısı, gelişim düzeyi, içinde bulunduğu ortam, travmanın
çocuğun hayatında yarattığı değişiklikler, travmanın tekrarlanma olasılığı ve çocuğun yaşı gibi
faktörler, bir travma sonrası TSSB oluşup oluşmamasını etkiler.
Travmatik olay sonrasında TSSB' ye yol açan durumlar genellikle hiç beklenmeyen, ani, çocuğun
kendisinin veya sevdiği birinin zarar görmesi gibi durumlardır. Bunlar;
Fiziksel veya cinsel istismar
Trafik kazaları
Savaş, terör saldırıları, bomba patlamaları
Medikal prosedürler, ameliyatlar, tedaviler
Doğal afetler
Beklenmedik ölümler
Olumsuz boşanma
Ölümcül hastalık teşhisi
Duygusal istismar, ihmal, zorbalık
TSSB YAŞAYAN ÇOCUĞA YAKLAŞIM…
Travmaya çocuğun ebeveynlerinin ve çevresinin verdiği tepkileri ve yaklaşımı değerlendirilmeli.
Ebeveynlerin olumsuz tutumu ya da duyguları, toplumun atıfları bazen travmanın kendisinden daha
fazla travmatize edici olabilmektedir.
Her çocuğun travmatik olay sonrası yaşama tekrardan uyum süresine gereksinimleri vardır. Bu
süreçte anne babanın sevgisine, anlayışına ve desteğine daha çok ihtiyaç duyarlar. Çocuğunuza
olduğundan daha fazla zaman ayırmanız gerekebilir.
Günlük yaşam rutininizi koruyun. Bu süreçte yaşamınızda değişiklikler yapmayın.
Çocuğunuz hazır olduğunda yaşadıkları ve hissettikleri hakkında konuşun. Çocuğunuz henüz duygu ve
düşüncelerini paylaşmaya hazır değil ise onu zorlamayın ve sabırlı olun.
Çocuğunuza kendisini ifade edebileceği alternatif alanlar sunmanız önemlidir (resim çizmek, şarkı
söylemek, oyun oynamak, günlük yazmak gibi.)
Çocuğunuzun yaşına uygun seçimleri kendisinin yapmasına izin verin. Travmatik olay ile kontrolünü
kaybettiğini hisseden çocuk için hayatındaki seçimleri yapabildiğini, kontrolün kendisinde olduğunu
görmesi iyi gelecektir.
Çocuğunuza yaşanılan olayda onun suçu olmadığını söyleyin. Çocuğunuz ile konuşurken suçlayıcı bir
dil kullanmamaya çalışın.
Nursel Özdemir Kurumları
Tarık Sarıman – Özel eğitim alan uzmanı